Polat : Merhabalar ‘Çocuk Hakları, Vurursan Kırılır’ programına hoşgeldiniz. Çocuk Haklarının çeşitli konularını programda, önemli konuklarımla tartışıyorum. Hepsi konusunun uzmanı ya akademik anlamda, ya sivil toplum anlamında ya da resmi görevlerde çocuklar için hizmet üretmeye çalıştık. Çocuklar için daha iyi bir dünya oluşmasına katkıda bulunmak isteyen kişilerle birlikte programlar yapıyoruz. Bu haftaki konuğum 0-18.org Koordinatörü Sayın Tanzer Gezer. Hoşgeldiniz.
Gezer : Teşekkür ederim.
Polat : Şimdi bu haftaki programımız diğerlerinden biraz daha farklı bir program. Bireysel Silahsızlanmayı konuşacağız. Bireysel Silahsızlanma ilginç bir konu. Çünkü dünyanın son hızla silahlandığı bir dönemde ve devletlerin bir çoğunun da en büyük bütçelerinin en büyük payını silahlanmanın oluşturduğu bir ortamda, kişilerin silahsızlanması için çağrı yapan ve onlar için destek oluşturma programları oluşturarak, toplumda bir ses, toplumda bir hareket yaratmaya çalışan bir eylemi bir hareketin temsilcisiyle birlikteyiz. Bunu konuşacağız. Şimdi bireysel silahsızlanma ne demek? Önce bir kavramı açabilir miyiz?
Gezer : Bireysel silahlanmada aynı toplum içinde yaşayan yurtdaşlar birbirlerine karşı, güvenlik güçlerine rağmen silahlanıyorlar. Bu silahlanmada bir idoloji yok. Her hangi bir terörist hareket yok. Tamamen birbirlerine karşı silahlanmaları sözkonusu.
Polat : Peki şimdi bireysel silahlanmanın gerekçeleri ne? Kendini korumak mı?
Gezer : Bireysel silahlanmanın gerekçeleri var, bir de mazaretleri var. Yasada mazeretler sıralanmış. İşte bunlar nedir; iş riski, görev gereği olması nedeniyle ya da kırsalda yaşanıyorsa can mal güvenliği nedeniyle silah ruhsatı veriliyor, yurtdaşlara. Tabi bir de hukuki gerekçeler var. Bunlar nedir; toplumsal yaşamımız, törelerimiz var, bunlar sebebiyle ağırlıklı olarak silahlanılıyor. Onun ötesinde yasa bana böyle bir hak verdi, bu hakkımı kulanıyım sialhlanıyım gibi bir özenti sebebiyle de silahlanılıyor. Açıkcası bir de bir silah lobimiz var. Bu silah lobisi de gizliden gizli reklam yapıyor. Dolayısıyla her türlü körükleme mekanizması çalışır vaziyette. Yasa da çok müsait, dolayısıyla silahlanıyoruz.
Polat : Yani bir yandan töreler var, bir yandan mazaretler var. Yani işim gereği lazım, konumum gereği lazım, zevkim için lazım deyip bir sürü silah alan insan var. Törelerimiz gereği silahsız yaşayamam diyenler var. Bir de lobiler var. O zaman herkesin bir silahı var galiba.
Gezer : Herkesin silahı yok. Allahtan biraz da bilinçli bir toplumuz. Nispeten bilinçliyiz. 60 milyon nüfusta, 2 milyon kişinin ruhsatlı silahı var. Ruhsatsızlardan bahsetmeyelim, onları kimse tahmin bile edemez. Dediğim gibi biraz da bilinçli olduğumuz doğru. Böyle bir yasayla çok daha ağır silahlanma sözkonusu olabilirdi.
Polat : Şimdi tabi baktığımız zaman bugünün konumunda, silah edinebilmek için ilk yaplıması gereken şey ruhsatını çıkarabilmek. O zaman da silah ruhsatı çıkarma işlemi çok kolay değilse, gerçekten titiz işlemlerden geçiliyorsa o zaman bunun bir caydırıcılık unsuru olacaktır. Ama Türkiye’de durum çok böyle değil galiba?
Gezer : Hayır, hiç böyle değil. Titizlik sözkonusu değil. Yasa 21 yaşına gelmiş olan her TC vatandaşının çok rahat bir şekilde silahlanmasına müsade ediyor. Bu ateşli silahlar kanunuyla böyle alt yaş sınırı ama bir de avcılıkla ilgili kanunumuz var. O da 18 yaşa indiriyor. Dolayısıyla 21 yaş değil, 18 yaş alt sınır olarak söyleyebiliriz. Bu alt yaş sınırını geçtikten sonra, eğer yasayla da daha evvelden başımız belaya girmediyse size bulundurma ruhsatını başka hiç bir soruşturmaya gerek kalmaksızın veriyorlar. Tabi bir tıbbi muayene de sözkonusu. Sizin fiziksel olarak bu silahı taşımaya ya da bulundurmaya yeterli olup olmadığınıza bakıyorlar. Yasada bu böyle fakat uygulamaya baktığınız zaman pek de mantıklı bir uygulama yapıldığı söylenemez. Hekimler bu işin içinde. Psikiyatristler bu ruhsatlandırmayı yapıyorlar. Şimdi devlet hastanelerinde diğer tüm hastalarla birlikte ruhsata başvuran kişi belki bir 5 dakika içerisinde hekim tarafından muayene ediliyor ve açık bir formun üzerine alabilir ya da alamaz diye bir ibare yazıyor. Bu formu da ruhsata başvuran kişinin eline veriyor. Geçmişte böyle işler oldu malesef. Alamaz diye rapor veren hekime tehditler oldu, yaralamalar sözkonusu oldu. Dolayısıyla hekimlerimiz de böyle bir şeyin içinde olmayı hiç istemiyorlar, ama birisinin yapması gerekiyor. Bu onların başına patlamış gibi oluyor. Bu şekilde ifade ediyorlar, bizim başımıza patladı diye. Onlar bundan mutsuz, uygulama son derece kötü yapılıyor. Var mı yasada, evet var.
Polat : Sonuçta teorik olarak baktığınız zaman kişinin tam sağlıklı olma hali aranarak ruhsat veriliyor. Yani sadece fiziksel iyi olma hali değil ruhsal iyi olma hali de sözkonusu ama tabi pratiğine baktığınız zaman 5 dakikada 2 doktor imzalı bir sağlık raporuyla alabilir konumuna geliyor. Ama tabi o zaman da başka problemlerin göz ardı edilmiş olduğu ortaya çıkıyor. Çünkü ceza ehliyeti dediğimiz bir kavram var. Kişiler yaptıkları işlerden sorumludur normal koşullarda ama bu kişlerde bir akıl hastalığı varsa ya da bu kişilerde mental açıdan bir gerilik sözkonusuysa, zeka geriliği sözkonusuysa yaptıkları işten sorumlu tutulmazlar. Bunun da böyle olup olmadığının araştırılması ancak psikiyatristler tarafından yapılacak, detaylı ve uzun muayeneyle olabilecek bir durumdur. Yani çok somut bazı şeyler hemen ortaya çıkar ve kendini belli eder ama bazı durumlarda da bunun gerçekten uzun ve detaylı bir muayenesi yapılması gerekir ki bu durum ortaya çıkıp, anlaşılabilsin. Ama silah ruhsatı için bu yapılmıyor. Yapılmadığı için de bir çok olgu atlanıyor ve gerçekten normalde değil eline silahı almak, toplumda bile gezmesi bazen tehlikeli olacak kişiler elinde ruhsatlı silahlarla geziyorlar ve pek çok istenmeyen olaya sebep oluyorlar. Tabi bu hemen belirtiyim, hep ruhsatlı silahlardan bahsediyoruz ama Türkiye’de bir de ruhsatlı olmayan yani ruhsatsız silahlar problemi var. Sayısı bilinmiyor ama ruhsatlı silahlardan kat kat üstün olduğu da düşünce olarak hep konuşulan bir şey, öyle değil mi?
Gezer : Evet bunun sayısı bilinmiyor ama iki ya da üç katı gibi tahmin ediliyor. Bu tahmin nereden geliyor açıkcası ben bilmiyorum. Tahmin ediliyorsa neden önüne geçilemiyor, bu başka soru. Şayet izin veriseniz muayeneye dönecek olursak sadece ruhsat için başvuran kişinin değil aynı zamanda ailesinin ve yakın çevresinin de böyle bir muayeneden, olmasa da bir soruşturmadan geçmesi gerekli. Bunun uygulamasını yapan ülkeler var.
Polat : Sebebi ne?
Gezer : Sebebi niye? Şimdi kimse kimsenin ne zaman cinnet geçireceğini bilmiyor. Evden dört dörtlük çıkarsınız kapının önünde bir olayla karşılaşırsınız. Kendinizi kontrol edemez hale gelirsiniz. Bu sizin başınıza gelmiyor mu? Benim başıma da geliyor tabi. Dolayısıyla insanların öfkelerini nasıl denetleyebildiklerini, belki o psikiyatrik muayenin haricinde yakın çevresine ve ailesine danışılarak, ailede başka hastalıkları, rahatsızlıkları olan kişileri araştırılması suretiyle yapılması gerekiyor.
Polat : Detaylı bir muayene yapılsın ki aile hikayesi de alınabilsin. Artı ailede tabi evde tutulacağı için belki de ailenin diğer bireylerinin de o silaha ulaşabilme gibi bir sorunu olabilir. Tabi bunu da göz ardı etmemek lazım. Bir müzik arası yapalım.
Polat : Evet bu haftaki konumuz bireysel silahsızlanma. Tabi bireysel silahsızlanma konuşuyoruz ama baktığımız zaman bir çelişki yok mu? Bütün devletler son hızla silahsızlanıyor. İşte ülkeler birbirlerine sende nükleer silah var, sende çok zararlı silah var deyip; olasılıktan yola çıkıp birbirlerine saldırıyorlar. Bu durumda peki, bireysel silahsızlanma konusunda çok yol alınabilir mi?
Gezer : Bu konuda bize durmadan şikayet edenler de oluyor açıkcası, bireysel silahsızlanma diyorsunuz ama savaşa da hayır demiyor musunuz şeklinde, vicdanen tabii ki diyoruz, bilinçli her insanın demesi gerektiği şekliyle. Devletlerin silahsızlanmasıyla bireylerin silahsızlanmasının nedenleri farklı, çözüm önerileri farklı, çözüm yöntemleri farklı. Farklı disiplinlerde araştırılıyorlar. Dolayısıyla biz uzmanlaştığımız konuda devam ediyoruz ama bireysel silahlanmanın, devletlerin silahsızlanmasına baktığımız zaman toplumlar açısından çok daha yıkıcı sonuçları olduğunu görüyoruz. Zaten silahlanmaya rakam olarak bakacak olursak, yine Birleşmiş Milletler’in bir rakamı var onu size vereyim. Dünyada toplam 639 milyon hafif ateşli silah olduğu söyleniyor. Bunların % 60 bireylerin elinde yani devletlerin silahlanması % 37 seviyesinde kalmış. Polilerin elindekiler % 3 gibi gözüküyor. Bunların hepsini bir araya getirip topladığımız zaman devlet, asker ve polis bir araya geldiği zaman bireylerin elindeki silaha yetişemiyorlar bile. Bunların toplumda bir sorun olarak yansımasınını nedeni nedir? Ondan bahsedecek olursak, şimdi savaşların olduğu bölgelerde, yılda ortalama 300 bin kişi hayatını kaybediyor. Ama bireysel silahlanma sonucu yani savaş değil de barışın olduğunu farzettiğimiz bölgelerde ise, 200 bin kişi hayatını kaybediyor, her yıl ortalama. Bu oldukça büyük bir rakam. Dolayısıyla işte neden devletlerin silahlanmasına hayır demiyorsunuz şeklinde yöneltilen soruları haksız buluyorum, doğrusu. Önce sorunun topluma nasıl yansıdığına bakmak gerekiyor. Ve bu anlamda baktığımız zaman verilerde çok açık. Bireysel silahlanma, devletlerin silahlanmasından çok daha üst seviyede.
Peki Türkiye’ye bu nasıl yansımış? Bizim silahlanmamıza bakalım, bireysel olarak. Biraz önce söyledik 2 milyon gibi bir silahlanma var. Bunun sadece % 20 lik gibi bir kısmı polisin silahıdır. Geri kalan da tamamen bireylere ait silahlar bunlar. Ruhsatlı silah, ruhsatsız silah diye ayırıyoruz. İç İşleri Bakanlığı da en son yaptığı açıklamada bu şekilde ayırdı. Sanki ruhsatsız silahla işlenen suçlar, polisin selayetinde değilmiş gibi de bir hava sezinleniyor. Ama iki önemli görevi var devletin, kolluk güçlerinin daha doğrusu birincisi, öncelikle suçu önlemek. Daha sonra da ikinci görev olarak bir suç işlendiyse yargıya intikal ettirmek. Şimdi ruhsatsız silahların adı üzerinde yasak olduğunu biliyoruz. Kolluk güçleri eğer bunları önlemede yetersiz kalıyorsa, görevini pek de yerine getirdi sayılmaz. Bu anlamda ruhsatsız silahlara hiç değinmeyeceğim. Suça baktığımız zaman bu ruhsatlı, bu ruhsatsız diye ayırmadan; yılda ateşli silahlarla işlenen 12 bin suç olduğu görülüyor. Bu 12 bin suçtan, 3 bin can kaybı sözkonusu. Bu bizim Türkiye’de 60 milyon gibi bir nüfusa bakarsanız, nüfusa oranla bu rakama, ölüm rakamına bakacak olursanız, biz aslında Amerika’ya da son derece yakın gidiyoruz. Çok başbaşa da değiliz ama oldukça yakın gidiyoruz.
Polat : Tabi bu da problemin nerede yattığını gösteren boyut. Ama konuşmanın başında bir Silah Lobisinden bahsettik. Gerçekten dünyaya baktığımız zaman ilaç endüstrisiyle beraber en büyük endüstri silah endüstrisi. İlacın çok daha üstünde bir boyutu var. İş hacmi anlamında ve dönen para anlamında. Bu da doğal olarak bu grup için lobiciliği de beraberinde getiriyor. Türkiye’de Silah Lobiciliğinin dururmu nedir?
Gezer : Türkiye’de Silah Lobisi yavaş yavaş sesini duyurmaya başladı. Eskiden böyle bir şeye niyetleri yoktu, gerek de duymuyorlardı. Şimdi artık bireysel silahlanmanın toplumsal bir sorun olduğu, ancak geçtiğimiz 2-3 yıl içerisinde vurgulanmaya başladı. Şimdi Silah Lobisi dediğimiz zaman gizli bir reklam yapıyorlar, demiştik. Bunu hangi yöntemle yapıyorlar. Meşhur, Başbakanımıza hediye edilen altın kaplamalı silahlar var. Basında boy boy yer alıyor. Bu tarz şeylerle, bunun ötesinde hakikaten toplumu acıtan dizi filmlerimiz var. Bu dizi filmlere de sponsor olan silah imalatçı firmalarımız sözkonusu. Bir şeklide moda yaratılıyor, silaha talep özendiriliyor. Bu lobi tarafına baktığımızda. Aslında silah imalatçılarımızın da devletten yana, Ateşli Silah Kanununa baktığımızda kanundan yana sıkıntıları var. Bunu memnuniyetle de söylemek istiyorum. Bizim Ateşli Silahlar Kanununumuz son derece tekelci bir kanun. Alım satım her türlü işi devlet aracılığıyla yapılması gerekiyor. Bu da Makina Kimya Endüstrisi Kurumu’nun vazifesi haline gelmiş. Bir şarpıcı veri de buradan size söyleyebilirim. Mesela, 2003 yılında Makina Kimya Endüstrisi Kurumu, ateşli silahlar satışından toplam 37 treilyon gibi bir gelir elde etmiş. Bunun 17 trilyon gibi bir kısmı ki, bu % 47.5 gibi bir rakam. % 5O’sine yakın diyebiliriz, bireylere satılmış. Şimdi bizim lobi yapan imalatçılarımıza bakacak olursak, onların da dertleri şu, devlet askerin silahını, her şeyini yurt dışından temin ediyor, bize de Pazar payı bırakmıyor. Dolayısıyla biz de bireylere silah satmalıyız. İşte bu sektörden de ekmeğini kazanan binlerce kişi var şeklinde lobi faaliyeti sürdürüyorlar. Etkin mi? Hayır değil. Dünyada çok daha etkin faaliyet gösteren lobiler var. Mesela buna örnek Amerika silahlanmanın, özellikle bireysel silahlanmanın cenneti ya da cehennemi de diyebiliriz buna. Ama dediğim gibi silah imalatçılarının da bu tekelci silahlar kanunundan dolayı sıkıntıları var. Allah’tan var. Bu 36 trilyon belki de çok daha yüksek rakamlara çıkabilirdi.
Polat : Yani bizim lobimiz aslında, diğer ülkelerle mesela Amerika’yla karşılaştırıldığı zaman çok güçlü bir lobi değil. Ama yıllar çevresinde son zamanlara baktığımızda, onlar da kişilere yönelik çalışmalar yapmaya başladılar. Bunu çok direk yapmasalarda, göz önünde olan Bakan, Başbakan gibi kişlere silah hediye etmeler, silahı özendiren televizyon dizilerine sponsor olma gibi gizli yöntemlerle ya da açık olmayan yöntemlerle bunu yapıyorlar. Peki bir yandan silah şirketleri böyle çalışıyor, lobicilik devam ediyor. Televizyon dizileri de bir başka boyut ve biz de kişilerin, insanların pek silahla iç içe olmamalarını istiyoruz. Aslında baktığımız zaman atasözlerimize bile girmiş ki; at, silah ve şeklinde devam eden belli sözler var, çok kullanılan. Mesela Karadeniz çin hep böyle söylenir. Karadeniz’de herkesin bir silahı vardır, denir. Silah çok benimsenmiş bir oyuncak mı diyim, oyuncak gibi bakılıyor çünkü. Ne diyorsunuz bu konuda?
Gezer : Silaha oyuncak demek hoş değil. Oyuncak son derece masum bir kavram, çok da işlevsel olan bir kavram. Silahla bunu kullanmamayı tercih ediyorum ben açıkcası.
Polat : O zaman hemen oyuncak silahlara geçelim, tabi bunun cevabını aldıktan sonra. Evet.
Gezer : Silahlanmanın nedenlerinden bir tanesi de örf ve adetler, gelenek görenekler olduğunu söylemiştik. Evet bu doğru. Yüzyılardan beri de gelen bir şey. Dolayısıyla, çok da çabuk konuyu halledeceğimizi de sanmıyorum. Umutsuz da değilim, tabi ki. Şimdi hukuk devletinde yaşıyoruz. Hukuk nereden doğuyor? Neyden kaynaklanıyor? Örf ve adetlerden ve törelerden kaynaklanıyor. Toplumsal hayatın gereklerini bir şekilde kategorize etmek amacıyla hukuk kuruluyor. Ve bir hukuk devleti oluyorsunuz, bunu kabulleniyorsunuz. Demokrasimize ne yapmak istediğimize karar vermek istiyoruz bu da malum. Hukuk devletiysek, hukuk da bu gelenek göreneklerden şayet kaynaklandıysa bir kısmını biz bırakalım, bir kısmını devam ettirelim şeklinde bir yaklaşım iki yüzlülük oluyor, açıkcası. Bunun bir an evvel ortadan kalkması gerekiyor. Bu şekilde silahlanan kimseler bunu başarabilirler mi? Hayır başaramazlar. Çünkü onlar ailelerinden böyle gördüler ve çocuklarına bu şekil intikal ettiriyorlar. İşte bu aşamada yasanın hakikaten çok etkin hale getirilmesi gerekiyor. Silah ruhsatlandırılmasının kısıtlanması gerekiyor. Ruhsatsız silah dolaşımının, zaten bu da Avrupa Birliği’nin bir yaptırımıdır bize, ruhsatsız silah dolaşımının da bir an evvel engellenmesi gerekiyor. Yani her toplumsal sorunun çözümünde mutlaka bir yasa boyutu var, bir eğitim boyutu var. Bu da böyle yani ateşli silahlarla bireylerin silahlanmasını tek başına yutdaşalr yapmadı, tek başına devlet yapmadı. Yasayla bilinç bir araya gelince bu hallere düştük. Giderek de artıyor, bunu özellikle belirtmek istiyorum, 2000 yılından itibaren silah ruhsatlandırması son derece artmış durumdadır. Yine biz bunu devletin, yasa yapıcının Ateşli Sialhlar Kanununu çağdaş olması gereken kanunlar haline getirerek, başarabiliriz. Bu yetmiyecek bir de ne yapmalıyız, tabi toplumu bilinçlendirmemiz gerekiyor.
Polat : Evet bu noktada bir müzik arası yapacağız, sonra oyuncak silahlar ve kanunun bugünkü durumuyla devam edeceğiz.
Polat : Tabii bu şimdi bireysel silahsızlanmanın ya da silahlanmanın en önemli boyutlarından bir tanesi çocuklar. Çocuk Haklarına baktığınızda çocuğun korunması, yaşatılması, geliştirilmesi ve katılınması aşamasında korunması boyutunun en önemli faktörlerden bir tanesi, silahın olduğu ortamda çocuğu korumak mümkün değil, birinci boyut. İkincisinde de silahın olduğu ortamlarda çocuk silaha özenerek çocuk başka yollara sapıyor. İşte ....31.40 çocuk ve diğer faktörlerin karşımıza çıkmasında hep silahla beraber görüyoruz olguları. Tabi bunlara geleceğim ama ben oyuncakçıları gezdiğim zaman görüyorum ki; oyunların çoğu, bilgisayar oyunlarının çoğu hep silahla ilgili, öldürmeyle ilgili, savaşla ilgili yani silah hep var. Çocuk da bir süre sonra bunu normal karşılamaya başlıyor. Artık kanıksıyor, aykırı bir durum değilmiş gibi görmeye başlıyor. Bu oyuncak silahlar ve çocuk boyutunda bakış açınız nedir?
Gezer : Oyuncak kavramına bakacak olursak, oyuncak çocuğun gelişimine olumlu anlamda etki etmesi gereken bir kavram, bir alet, bir araç. Ama silaha baktığız zaman, silah öldürmek amacıyla imal edilen bir araç. Dolayısıyla silahın nasıl oyuncağı oluyor? Bilinçli insanlar nasıl çocuğa, bilinçli anne babaların da maalesef, şiddet oyuncaklarını tercih ettiği durumlar sözkonusu oluyor. Nasıl silahla oyuncak olgusunu bir araya getiriyorlar, insan şaşırıyor. Oyuncak Sanayine baktığımız zaman, daha doğrusu oyuncak cirosuna baktığımız zaman Türkiye’de 180 milyon dolarlık bir markettir bu. Bunun 100 milyon dolarlık kısmı ithalat, 80 milyon doları da Türkiye’de imal ediliyor. Bu toplam rakamın % 10 gibi düşünecek olursak 18 milyon dolarlık bölümü şiddet oyuncakları maalesef. Bunların içerisinde, genelde şiidet oyuncağı tabi ki demiyorlar, erkek figürü, erkek çocuk figürü şeklinde de geçiyor. Bunlar hakikaten silah benzeri plastik aletler de olabildiği gibi, asker figürleri oluyor, asker kıyafetleri oluyor. Yani her türlü şekilde bir moda bile olabiliyor, bir trend yaratılıyor oyuncaklarla. Bu oldukça büyük bir rakam. Çocuk ebeveynlerinden silahı görerek yetişirse, devamlı suretle oyuncak olarak sialhı ya da şiddet oyuncaklarını tercih ederse, tabi ki bir şiddet gidüsüyle doğuyor. Ama bu dürtüyü de kontrol etme, çocuğa öfkesini denetleme öğretilmek zorunda. Çünkü böyle bir görüş var açıkcası. İşte bu şiddet dürtüsüyle insan doğuyor, bir şekilde deşarj olmalı ki çocuk yaşlarından itibaren ileri yaşlarında daha sakin bir insan olsun gibi savlarla gelenler var. Bu konuda araştırma olmadığı gerekçesiyle çocukla oyuncak silahın bir araya gelmesinde hiç sakınca bulmayan bir kesim var. Bunları hakikaten reddediyorum. Çok ciddi reddediyorum. Çocukla silah bir araya geldiği zaman ne oluyor. Dürtüyle doğuyor peki, öfkeleniyor. İleri yaşta, gençliğe adım atarken, belirli dönemlerden geçerken öfkesini denetleme boyutunda zorlanmalar sözkonusu oluyor. İşte bu aşamada silahla buluşursa bir anlamda silaha bağımlılık da kazanıyor. Çünkü şiddetini bununla gösterirse, ileri yaşta yetişkin yaşlarda bunu kullanmak üzere programlanmış oluyor. Evde de bir silahın olması ya da yakın çevrede bir silahın olması da tabi ki çok etken. Ne yapıyoruz bu durumda? Çocuğumuzu bile bile yetişkin yaşlarına şiddeti içselleştirmiş, şiddeti kanıksamış, genel geçer bir şey gibi gören yetişkinler yetiştirmeye başlıyoruz. Aslında bizim toplumumuzda da şiddete bakacak olursanız hakikaten çok içselleştirmişiz. Kabul görmüş, suç bir anlamda kabul görmüştür. Bir lafımız vardır, kabahat ölende mi öldürende mi diye. Bu hukuku devleti bilinci bizde henüz oluşmamış. Eğer oluşmuş olsaydı ebeveynler hiç bir suretle çocuklarına oyuncak silah almayacaklardı. Bir de gerçeklerine bakalım, çocukla silahın nasıl buluştuklarına bakalım müsade ederseniz. Şimdi burada da büyük bir problemimiz var, Yargıtaydan bir karar çıktı yakın zaman önce, buna göre der ki, 4 yaşında bir çocuk ateşli bir silahla adam öldürme yetisine sahiptir. Hakikaten de böyle bir olay yaşandı. 4 yaşında bir çocuk babasının silahıyla kardeşini vurdu. Şimdi oyuncak silahlarla buluşturduk. Evimizde çevremizde de silahlar var. Şiddet ortamında da büyüyorlar. Televizyonda da savaşları artık, neredeyse naklen seyreder hale geldik. Dolayısıyla bu kan revan yayınlardan dolayı toplumda bir korku da oluşuyor. Çocuk bunlarla büyüdüğü zaman otamatikman silahlanıyor. Hatta yetişkin yaşını beklemeden de silahlanıyor. Bir örnek vermek gerekirse, 2003 yılında Güvenlik Birimlerine getirilen çocuklara baktığımızda, 0-18 yaş arası çocuk ve gençlere baktığımızda ki, bunlar 88 bin civarındadır. Bunların % 60’ına yakını suça istinaden getiriliyorlar. Bunların içinden de 1000’e yakını suçu ateşli bir silahla işlemiş oluyor. Yani bir fiil adam öldürmüş oluyor. Bunun 0’la 10 yaş aralığına bakılmış yani 0-10 la 11-18 diye ayırmışlar. Ve gördük ki, 4 yaşındaki bir çocuk da adam öldürebiliyor. Demek ki çok küçük yaşlardan itibaren gerçek bir silaha çocuğun ulaşması çok kolay ve bunu kullanması da çok basit hale geliyor.
Polat : Tabi yani silah olayı proveke eden bir boyut. Suça giden çocukların hemen hepsinde, silaha karşı bir hayranlık, onu kullanma isteği, motivasyonu ve sonunda da kullanımı var. Kanunlardaki boyutu, Yargıtay kararı bunları biraz sonra tartışacağız ama bir müzik arası yapalım yine.
Polat : Evet bu haftaki konumuz Bireysel Silahsızlanma ve Sayın Tanzer Gezer’le bu konuyu konuşuyoruz. Şimdi çocukların gerçekten oyuncak silahlarla oynamaları ve yaşamın her yerinde silahın kabul edilebilir ve saygınlık yaratan bir alet gibi algılanması çocukları silahlara yaklaştıran bir kavram. Gerçekten bunu izliyor ve görüyoruz. Sokak çocuklarında da silahı olan kişi ayrıcalıklı kişi pozisyonunda. İşte tüm bunlar hep bir silah kültürünün geçmişten bugüne gelmesiyle oluşan bir şey. Halbuki şiddetin olmadığı bir toplumda yaşayabilmek, şiddetten arınmış bir toplumda yaşayabilmenin birinci koşulu, şiddeti oluşturan aletlerin ortadan kaldırılmasını sağlamak. Halbuki Özal Döneminden kalma bir hediye diyeceğim ona, Özal o kadar silah alınmasını kolaylaştırdı ki, Türkiye’de birden bire silah ruhsatı alanların sayısı arttı ve suç oranları da çok arttı. Gerçekten bu olumsuz anlamdaki hediyenin Türkiye’deki yansımalrını artık daha da fazlasıyla yaşamaya ve görmeye başladık. Bu konulara baktığımız zaman, gelecek için olumsuz değil ama gerçekten bir sinyalin doğru algılanması gerekiyor. Şiddete doğru hızla yol alıyoruz ve bunu da yaratqan silahların varlığının da çok önemli bir rolü var. Onlar da her geçen gün artıyor. Azalmıyor, artıyor. Kanunlara bakıyorsunuz kanunlar caydırıcılık görevi görmesi gerekirken, caydırıcılık görevi görmüyor. Kolaylaştırıcı demiyeceğim, çok insafsız olacak ama yeterli caydırıcılığı oluşturmadığı ortaya çıkmış vaziyette. Bunları söyledikten sonra sizin de kanunlar hakkındaki görüşünüzü sormak istiyorum. Kanunlara baktığımız zaman caydırıcılık düzeyleri nasıl? Sizce yeterli mi?
Gezer : Caydırıcılıktan çok uzak kanun. Bilhassa özendirici yanı da var. Bir sürü mazeret sıralanmış. Bu mazeretlerin içine girmeyen Türkiye’de insan yok. Can ve mal güvenliği deniliyor, sıradan bir insanın da can ve mal güvenliği söz konusu. Esnafa verilir deniliyor, çiftçiye verilir, iş adamına verilir. Hangimiz değiliz? Hemen hemen herkese hitap ediliyor. Programın başında da söylemiştik 21 yaşını dolduran herkes bulundurma ruhsatı alması çok çok basit. Bunun dışında tabi kanunda, yönetmeliklerde ve kanunda bir takım cezalarda var. Ama bu cezalara baktığımız zaman bunlar caydırıcı olmaktan çok uzak. Onun ötesinde de uygulamaya bunları koyduğumuzda, bu cezaların caydırıcılıktan çok uzak olan cezaların dahi indirildiklerini, paraya çevrildiklerini görüyoruz. Çok yakın zamana kadar meskun mahalde havaya ateş açmak kanunla yasakken, herkes bunu yapıyordu. 3 aylık bir hapisliği söz konusuydu, paraya çevriliyordu, erteleniyordu ve kimse ceza almıyordu. Ama çok yakın bir zamanda artık uygulamada hakimlerimiz bu konuya, yasadan önce hakimler bu konuya el attılar. Artık o 3 aylık cezayı hakikaten veriyorlar ve yatırıyorlar. Bu eskiden beri böyle gelmiş olsaydı belki de çok canında kaybolmasının önüne geçilmiş olacaktı. Yasa bu halde. Daha caydırıcı hale getirilmesi tabi ki gerekiyor ama en önemlisi ruhsatların kime verileceği konusunun bir an evvel kısıtlanması gerekiyor. Her önüne gelene, her iş adamına değil. Hakikaten can ve mal güvenliğinin tehdit altında olduğu ve Güvenlki Güçleri tarafından da “Ben bu kişiyi koruyamam, kendisinin korunması şarttır.” denilecek kişilere verilmesi gerekiyor. Bu anlamda bakacak olursak çok da savunmalarına rağmen Emniyet Güçlerinin, açıkcası bu kanundan rahatsız olmaları gerekiyor. Çünkü yurtdaşın can ve mal güvenliğinden Güvenlik Kuvvetleri sorumlu ama bu yasayla, çok güzel bir şekilde geliri de çok yüksek bir şekilde olmak üzere, kendi görelerini yurtdaşa iade etmiş oluyorlar. Bundan utanç duyulması gerektiğini ben düşünüyorum. Ama kime sorsanız kimse bunu sahiplenmiyor. Yasa yapıcıyla halletmeniz gerekiyor. İşte buradan kaynaklanan şunu da söyleyebiliriz. Madem ki kendi görevinin yurtdaşın sırtına yıkan bir Güvenlik Kuvveti Sistemimiz var. O zaman bir tazminat olayı söz konusu oluyor ki, bu son davalarda artık bu boyutuyla da ön plana çıkmaya başladı. Şimdi Ateşli Silah olgularına baktığımızda bir taraf canından oluyor. Bir taraf da özgürlüğünden oluyor. Sadece maduriyet bunlarla sınırlı değil. Ailelerinin de maduriyeti söz konusu. İşgöremezlik halleri var doğal olarak. Ölüm nedeniyle ya da hapislikten kaynaklanan. Devletin kendi görevini bu şekilde yutdaşa ihale etmesinden dolayı şayet böyle bir suç işlenirse, işgöremezlik durumu ortaya çıkarsa devletin bunda tazminat etmesi gerkiyor. Bu görüş artık çok yaygın. Bu tarz davalar görülmeye başlandı. Sanırım İnsan Hakları Mahkemeleri’ne kadar da gidecek bunlar.
Polat : Evet Bireysel Silahsızlanma konusuna devam ediyoruz. www.0-18.org adresinden bu konuyla ilgili daha detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz, bunu da hemen belirtiyim. Tabi baktığımız zaman kanunların çok fazla yeterli olması gerekiyor ki, caydırıcılık görevini görsün. Toplumun eğitimi gerekiyor ki, insanlar bu davranışlarını zaman içerisinde değiştirebilsin. Artı bu konuyla ilgili olan kişilerin de Güvenlik Güçleri başta olmak üzere konuya çok daha duyarlı olması gerekiyor ki, böyle olaylar yaşanmasın. Çünkü her toplum olarak sevindiğimiz maç ya da benzeri olaylarda; insanlar artık sokağa çıkmaktan korkmaya başladılar. Çünkü havaya diye ateş edilmesinin sonrasında yaralanmaların hatta ölümlerin ortaya çıktığı görüldü ki, bu çok trajı komik bir olay şeklinde gözüküyordu.
Evet çok önemli bir konuyu, konuğumla tartıştık. Bireysel Silahsızlanmaydı konu. Ama silahsızlanmadan çok silahlanmanın çok yoğun olduğu bir ortamda yaşadığımızın da altını çizerek hem konuğum vurguladı hem ben söyledim. Çocuk Haklarının en birinci kuralı, çocuğun yaşama hakkının koruna bilmesiyse, o zaman Bireysel Silahsızlanmanın da mutlaka gündeme çok etkin bir şekilde gelmesi lazım, diyor ve sizlere veda ediyoruz.