12 Eylül 2010 Pazar

Duygusal İstismar, Yard. Doç. Dr. AYŞE ARMAN, Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi

Polat :  Bu hafta daha yeni gündemde tartışılan kolej ve Anadolu Liseleri sınavlarının bir başka boyutunu; duygusal istismarı konuşacağız. Değerli konuğum Yard. Doç. Dr. Ayşe Arman. Ayşe Arman, benimle aynı üniversitede; Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi bölümünde öğretim üyesi. Öncelikle duygusal istismarın tanımından başlayalım. Duygusal istismar nedir? Örnekleyerek anlatalım çünkü bu diğer istismar türleri gibi fiziksel eylem olmadığı için tanısı farklı.

Arman : Duygusal istismar, istismar türlerinden birisi ve bütün diğer istismarlarla; fiziksel ve cinsel istismarla birarada görülebiliyor hatta hemen hepsine eşlik edebiliyor. Aslında tamamen sözlü olarak yapılan istismar. O yüzden fiziksel bulguları yada arda kalan bir takım özellikleri yok. Birkaç örnek vermek gerekirse; ebeveyn veya bakım veren tarafından reddedici tavırda bulunma, tecrit etme, izole etme, ihmal etme, görmezden gelme, aşağılayıcı tavırlarda bulunma, çocuğu sosyal olarak izole edici bir tavra teşvik etmek ve belki de gereğinden fazla şey bekleme, yetişkinleştirme dediğimiz tavır.
  
Polat : ‘Yetişkinleştirme’ çok ilginç bir kavram. Çevremizde sıklıkla olgularına rastladığımız bu kavramı biraz açalım. Yetişkinleştirme derken neyi kastediyoruz?

Arman : Yetişkinleştirme; erişkin kişinin - bu öğretmen olabilir, aile, ebeveyn olabilir - çocuğun vaktinden önce akademik ve sosyal olarak gelişmesini çocuğun gelişme hızından hızlı gerçekleşmesini, yani çabuk büyümesini beklemesidir. Yetişkin çocuğun bir an önce başarı göstermesini bekler ve çocuğu olduğu gibi kabul edemez. Sürekli yetişkin tarafından eleştiriye maruz bırakılan, yetersiz bulunduğu için cezalandırılan çocuk, kendi potansiyelini de gerektiği gibi ifade edemez.

Polat :  Demek ki yetişkin çocuğu yaşından daha büyük bir role soyunduruyor. Anne-baba bunu bilerek mi yapıyor yoksa farkında olmadan mı yapıyor?

Arman : Bu çoğunlukla bilerek yapılan bir şey değil aslında. Daha çok kişilerin kendi ihtiyaçlarına, arzularına karşılık gelen bir durum oluyor. Yetişkin aslında çocuğa zarar verme planıyla yapmıyor bunu. Beklentilerini gösteriyor.

Polat :  Anne-baba bunun zararlı olduğunu bilmiyor mu ki çocuğuna sürekli olduğundan daha büyük bir yaştaymış gibi davranıyor?

Arman : Yetişkinin kendi çocuğunu tanıyamıyor. Çocuğunun özelliklerini ve yeteneklerini bilmiyor olmasıyla ilgili olabilir. Diğer bir açıdan bakıldığında ise bunlar ortamın beklentileride olabilir. Bu bir yarış ortamı olabilir, not ortamı olabilir. Yetişkinleştirme performans beklentisiyle de ilgili olabilir.

Polat :  O zaman durum kötü; tam yarışmacı bir ortamdayız ve herkes çocuğunun hep en iyi yada daha yüksek alması için uğraşıyor. Toplumca çocuğu hep zorlayan bir ortamda mı olacağız?

Arman : Gerçekten bunun üzerinde durmak, değerlendirmek gerekiyor. Çocukların not almada başarılı olmalarından başka yapabilecekleri birçok şey var. Gelişme dönemindeler, büyüme dönemindeler. Bu dönemler geriye gelmiyor. Çocukların çalışmalarının yanı sıra dinlenmeleri de, eğlenmeleri de, oyun oynamaları da veya istediklerini bir parça kendi kendilerine yapmaları da gerekiyor. Çocukların anne-babalarıyla, öğretmenleriyle yada büyüklerle ders çalışmanın dışında başka şeyleri de paylaşmalarını istiyoruz genelde.

Polat :  Çok doğru ve burada hemen saplama yapmak lazım : Çocuk Hakları Sözleşmesi sadece kağıt üzerinde var olan uluslararası bir sözleşme olarak kalmamalı. Sözleşme işletilebilmeli. Artık herkesin ezbere bilmesi gereken Sözleşme’nin birinci maddesine göre 0-18 yaş arasında ki herkes çocuktur. Bu oldukça geniş bir yelpazeye işaret ediyor. Buradan hareketle ve biraz evvel bahsettiklerimizin ışığında; çocuk kavramının içerisinde ki en önemli boyutlardan birisi de her yaşın kendine göre bir yaşam sürme ve gelişim gösterme standardı var. Çocuk oyun çağında ise oyun oynamalı, okul çağında ise okula gitmeli, çalışmaya ancak çalışma yaşına geldiği zaman başlamalı. Çocuğun günlük hayatı planlanırken yaşının gerekleri göz önünde bulundurulmalı. Uygulamaya baktığımızda, çocuk oyun oynamak istediği zaman ya oynayacak park bulamıyor ya oyuncak bulamıyor yada ailenin ekonomik durumu müsade etmediği için çalışmak zorunda kalıyor. Bir diğer örnekde çocuk oyun oynayacağı zamada bile ders çalışmaya ve ödev yapmaya zorlanıyor. Tam tersi durumlarda sözkonusu: Çocuk okula gitmesi gerektiği halde okula gönderilmiyor. Kız çocuklarımızın en büyük sorunlarından bir tanesidir eğitimden uzak tutulmaları.

Genellikle daha tehlikeli boyutlara ulaştığı gerekçesiyle hep çocuğun dayak yemesini, cinsel saldırıya uğramasını, çalışmasını, sokakta yaşamasını yada uyuşturucu kullanması gibi sorunları hep tartışıyoruz. Ancak, çocuğun günlük hayatının içerisinde sağlıklı ve mutlu bir birey olarak yaşayabilmesi için gereken bazı kaynaklara ihtiyacı var. Çocuğun anne-babasından, çevresinden sürekli olarak beslenmesi gereken bazı diğer ihtiyaçları var. “Çocuğu koruyoruz, besliyoruz, bakımını yapıyoruz bu yeterlidir” demek gibi bir hakkımız yok. Çocuğa, çocuk için olabilecek en iyi yaşamı sağlamakla yükümlüyüz. Bu da Sözleşme’nin en önemli maddelerinden bir tanesi. Çocuğa verilebilecek en mükemmel yaşam standardını sunmak hem Taraf Devlet’in, hem anne-babanın yada çocuğa bakmakla yükümlü olan herkesin görevi. Bu aşamada artık çocuğa sevgi ve ilgi göstermenin, oyun ve boş zaman değerlendirme fırsatı tanımanın, bunların ötesinde duygusal istismarın ve ihmalin bir lüks olduğu görüşünden derhal sıyrılmalıyız. Eğer bu zihniyet sürüp giderse gelecekte çocuklarımızın toplumun çarpık bir dişlisi haline gelme ihtimali çok yüksek. Günümüzde herkesi rahatsız eden ve hep tartışılan bir konu var: Niye ilişkiler her geçen gün daha problemli hale geliyor? Neden boşanmalar daha yüksek? Neden toplumda kavga/şiddet oranı çok yüksek? İnsanlar sorunlarını kendilerini ifade etmek yerine tartışarak, kavga ederek çözmeye başladılar. Bunun kökeninde bu duygusal anlamdaki ihmalin, duygusal anlamdaki istismarın çok önemli bir yeri var.

Ayşe Arman çocuk istismarı konusunda gönüllü çalışan birisi olmasının yanında işi gereği de çok sayıda bu tarz olgularla karşılaşıyor. Şimdi kendisiyle örneklerle duygusal istismarı konuşmaya devam edeceğiz. İlk örneğimize geri dönecek olursak; bildiğiniz gibi çocuklar birkaç sene evvelinden yarış atı gibi bir sınava hazırlandılar ve sınavlar henüz bitti. ‘Yarış atı’ yıllardır çocuklarımız için kullandığımız doğru bir terminoloji. Anne-babalar konuşurken hep bir ikilemden bahsediyorlar aslında; çocuğumuza yarış atı gibi davranmayalım ama iyi bir okulda okuması için bu sınavdan geçmesi lazım. Ebeveyn, çocuğu iyi yetişsin diye kendi vaktinden ve maddi açıdan fedakarlık yapıyor. Sınava başvuran çocuk sayısını düşünecek olursak, başarı için çocuğun oyun saatinden de çalmalar ve eve özel hocalar getirmeler, kurslara yollamalar gerekiyor. Anne-babalar bu yaptıkları fedakarlıklar için kınanmayı haketmediklerini düşünüyorlar. Onlar da kendilerince çocuklarının iyi bir eğitim görmesi için çaba sarfediyorlar sonuçta. Bu ikileme nasıl bir yaklaşımımız olmalı?

Arman : Bu tabloyla birlikte bize ruh sağlığı açısından başvuran birçok aile de oluyor. Özellikle tam sınav zamanı ama sınavdan birkaç ay sonrasına kadar bir takım psikosomatik belirtiler, davranış problemleri, depresif belirtiler daha çok gözlemlenmeye başlıyor. Sanki kavga bitiyor ama problem devam ediyor gibi bir durum var. Diğer taraftan ortada bir gerçek de var tabii; hakikaten kaliteli eğitim alabilmede bir yarış var. Bir anne-baba bize böyle bir şey sorduğunda kendileriyle mevcut gerçekliğin içerisindeki doğruları da kaybetmemek gerektiği üzerinde konuşuyoruz. Böyle bir yarış varsa, çocuk da bir şekilde bu durumun içerisinde ise, çalışmaya belli bir ritimde devam edilecektir. Bu kaçınılmaz ama bazı gözlemlediğim durumlarda aile gerçeği yitiriyor ve onlar da koşmaya başlıyorlar. Bu yarışın içine atıyorlar kendilerini. O zaman da çocuğa bir takım haksızlıklar olabiliyor. Çocukla daha az zaman geçirilmeye başlanıyor, çocukla geçirilmesi gereken eğlenceli zamanlar azalıyor, çocuğun ders ve notları dışındaki yeteneklerinin üstü örtülmeye başlıyor ve çocuktan beklenen sosyal gelişim minimuma iniyor. Çok daha mekanik diyebileceğimiz zorlu bir durum ortaya çıkabiliyor.

Polat :  Oysaki çocuğu ruhsal anlamda da beslemek gerekiyor. Çocuk kendi ruh dünyasını zenginleştirmek için oyun oynayacak, televizyon seyredecek, gazete okuyacak, sinemaya gidecek, muhakkak arkadaşları olacak, spor yapacak. Bunlar çocuğun yaşamından soyutlandığı zaman sosyal izolasyon başlamış oluyor ve sonuçta çocuk yavaş yavaş insan ilişkilerinden kaçıyor, iletişim becerileri kazanmaktan alıkonuluyor.

Arman : Evet. İlişkiler daha mekanik, daha kısa süreli, bir parça daha amaca yönelik olarak gelişiyor. Süreç ilişkileri değil de daha amaca yönelik bir takım ilişkiler olmaya başlıyor. Bazen farklı aileler, farklı yaklaşımlarla da karşılaşıyoruz. Çok az bir oranda kalsalarda yarışın dışında duran, eğer çocuğun kapasitesi yeterli ise zaten başarılı olabileceği mentalitesine sahip aileler de var. Çocuklarının yarışın dışında, sistemin dışında kalıp yine de kendilerini ifade edebileceklerini düşünüyorlar. Ne yazık ki çok küçük bir azınlıktır bu bahsettiğimiz aileler.

Polat :  Buna katılıyorum. Çocuğun eğer kişiliği gelişmişse ve zaten zeka anlamında da belli bir kapasiteye sahipse başarı kendiliğinden oluşacaktır. Diğer taraftan zorlayarak bir yere sıkıştırmak aslında çocuktan eksiltmek anlamına gelir.

Arman : Bir diğer gözlem ise, yarışa hazırlanan çocukların kişiler arası ilişkilerde, arkadaşlık ilişkilerinde bir parça agresif, saldırgan tavırlar; bunun illa çok zarar verici olması gerekmiyor, sergiledikleri daha sert, daha tırnak içinde acımasız olabildikleri şeklindedir. Çocuklar sıkıntılarını bu yolla çözmeye çalışabiliyorlar. Çocuğun keyifli vakit geçirme zamanı kısıtlandıkça bu tarz gelişimlere rastlanabiliyor.

Polat :  Çok doğru. Çocukların acımasızlık sergileyebileceklerinden bahsedince bir örnek vermek istiyorum. Bu haftaki www.0-18.org köşemde çocukların acımasızlığından bahseden bir yazıya yer verdim. Bunun üzerine çok sayıda hep aynı şeyi soran e-mail aldım. Medyaya yansıyacak büyüklükte Balıkesir’de geçen bir olaydı bahsi geçen. Kısaca; 13 yaşında bir çocuk okulda bir üst sınıftan 4-5 erkek çocuğun bir kız çocuğu taciz ettiğini, elle sarkıntılık yaptıklarını görüyor ve öğretmenlerine haber veriyor. Öğretmen diğer çocukları çağırıyor, onlara kızıyor ve gerekli uyarıyı yapıyor. Sonrasında çocuklar kendilerini ihbar eden çocuğu dışarıda yakalıyorlar, ıssız bir yere götürüyorlar ve ölesiye dövüyorlar. Çocukta kemik kırıkları ve sigara yanıkları tespit ediliyor. Çocuklar kendi akranlarına inanılmaz işkence yapıyorlar ve çocuk komaya giriyor. İnanılmaz bir acımasızlık söz konusu. William Golding’in Sineklerin Tanrısı (Lord of the Flies) kitabını hatırladım. Kitapta kaza sonrasında ıssız adaya düşen bir grup çocuğun kendi aralarında girdikleri acımasız iktidar savaşından bahsedilir. Halbuki çocukla acımasızlığı bir araya getirmek çok zor.

Arman : İstismarın nesilden nesile, bireyden bireye taşınma özelliği de var aslında. İstismar ortamında yetişen çocuk cevaben kendisi de şiddet uygulayabiliyor, agresif davranabiliyor. Verdiğiniz bu örnekte olduğu gibi istismarla ilgili bir olayı değerlendirmek çok yönlü bir yaklaşımı gerektiriyor. Klinik ortamda bu kadar ağır bir örnekle karşılaşmadık ama temkinli olmamız ve çözüm noktasına çok adım adım gitmek gerektiğini biliyoruz. Duygusal hareket etmemek ve planlı olmak gerçekten bu tarz çocuklarla çalışırken çok önemli.

Polat :  İstismar edilen çocuğun kendisinin de istismarcı olabileceğini, agresif tutumlar içinde olabileceğini, iletişim kurmakta, öfke denetlemekte yetersiz kalabileceğini konuştuk. Çok gündemde olan bir başka konu da medyada seyredilen haberlerin, izlenen dizilerin, zaman zaman reklamların da çocuklara şiddeti öğrettiği malum. Bu konuda görüşlerini alabilirmiyiz?

Arman : Medyada görülen, duyulan şiddet içerikli temalar aslında çocukları olduğu kadar büyükleri de etkiliyor. Toplumda bir hissizleşme (afyon etkisi) gerçekleşiyor ve bireyler, şiddet olağandışı bir şey değilmiş gibi bir algılama sürecine giriyor. İkinci olarak çocuklar için şiddet bir çözüm modeli haline geliyor. Bu çok önemli. Yetişkinler için yanlışı doğrudan ayırma, tahlil edebilme yetisi olduğu yönünde bir öngörümüz var. Ancak, çocuklar bunu tahlil edemiyorlar. Giderek öğrenmelerinde, dikkat toplamalarında ve belleklerinde olumsuz etkiler ortaya çıkıyor, olumsuz etkileniyorlar. Çocuklar tam gelişme süreçlerinde olumsuz bilgi bombardımanına tutuluyorlar ve farklılaşma başlıyor.

Polat :  Çocukların gelişimi sağlıklı bir şekilde tamamlanmadığında; bazı faktörler yerine oturmadığı zaman, kendisine güvensiz, doğrudan ilişki kuramayan, kendisini ifade etmekte zorlanan, saklanan insanların sayısı da artıyor. Bence iletişimde çok problemli bir toplumuz. Bu çocukluk döneminden geliyor. Çocukluğunu olması gerektiği gibi yaşayamayan çocukların yetişkin yaşlarında topluma yansımaları da olumsuz oluyor.

Arman : Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin dört ana maddesi var. Öncelikle çocuğu yaşatma, koruma, gelişimine katkıda bulunma ve en son belki de en önemli madde ise çocuğun birey olarak kendini ifade etmesini destekleme. Bu çok küçük yaşlarda öğrenilen bir şey. Çok küçük yaştan kasıt; iletişim becerileri kazanma yaşının 0-6 yaşa kadar indiği görüşüdür. İşte doğumdan itibaren kendisine güvenen, birey olarak kendisini ifade edebilen, benliğine saygılı bir birey olma öğretisi özümleniyor. Gelişimin herhangi bir sürecinde bir kere bu bilinç yitirilirse, bunu geriye kazanmak - telafi etmek - çok zor oluyor.

Zaten çocuk psikiyatristi olarak; ruh sağlığı çalışanları olarak, en temel çıkış noktamız budur. “Çocuğun yaşamında gelişimini engelleyen, kitleyen bir durum var mı?” önce bunu gözden geçiririz ve anne-baba ve yakın çevre ile birlikte bu sorunu çözmeye gayret ederiz.

Polat :  Tam burada bir başka sıkıntıdan bahsedelim. Gelişmiş ülkelerde anne-baba okulları var. Bunlarla ilk karşılaştığımda çok hoşuma gitmişti. Bizim de artık böyle bir yapıya kavuşmamız gereklidir. Bireyler evleniyorlar, çocukları oluyor. Bu çok otomatik bir süreç gibi gelişiyor. Halbuki herkes çocuğa olması gerektiği anlamda bakmayı bilmiyor. Sorumluluklarının farkında olmadan çocuğu kucaklarına alıyorlar. Bu farkındalığın yaratılması, dolayısıyla anne-baba eğitimlerinin yaygınlaştırılması gerekiyor. Aksi takdirde aile içinde dahi çocuklar istismar ediliyorlar ve ebeveynler çocuklarını istismar ettiklerinin bilincinde olmuyorlar. Bu açıdan anne-baba okullarının çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Arman : İstismarın risk faktörlerine baktığımızda özellikle dediğiniz gibi genç anne-baba, alkol, madde kullanımı, psikiyatrik problemler, davranış sorunları, işsizlik gibi ebeveynlerin kendi ihtiyaçlarının çok ön planda olduğu durumlarda hakikaten onlardan daha ihtiyaçlı bir varlığa bakabilmeleri neredeyse imkansız hale geliyor. Dolayısıyla bazı şeyleri öğretmek, öğrenmek de mümkün. Kişi bir çatışma anında çok küçük bir çocukla, bebekle nasıl başa çıkacağını bilemiyor olabilir. Çocuğun da en önemli özelliği korunaksız olması, daha güçsüz, kuvvetsiz olması. Bu dinamikler içinde; bu hiyerarşik düzen içinde çocuğun istismar edilmesi büyük olasalıktır diyebiliriz. Şiddeti önleyebilmek için bir öğrenme sürecinden geçmek gerekiyor. Bireylerle görüşmeler esnasında istismara yönelik bir tanı fark ettiğimizde, muhakkak etkileşimle ilgili, tutumlarla ilgili bir değerlendirme yapıp ilk olarak onlar üzerinde çalışmayı tercih ediyoruz. Olumsuz bir davranışı durdurmak istiyorsanız önce davranışın özellikleri üzerinden gitmeniz gerekiyor. “Yapmayın, dayak kötüdür, vurmayın çocuğunuza” demenin söz olarak birinci sırada etkisi olmuyor hakikaten. Bireyin doğru davranış öğreniminden geçmesi gerekiyor. Değindiğiniz anne-baba okulları bu açıdan çok verimli olacaktır.

Polat :  Duygusal istismarı tabii tek başına görmüyoruz. Fiziksel istismarın yaşandığı, cinsel istismarın yaşandığı olgularda duygusal istismarın bunlara eşlik ettiğini biliyoruz. Duygusal istismar, çocuk ihmalinde de karşımıza çıkıyor. Çok geniş kapsamlı bir faktör. Burada biraz daha daraltılmış pozisyonda; tek başına duygusal istismarın olduğu olgular açısından, inceliyelim. Anne-baba çocuğunu seviyor, ailede çocuğa karşı fiziksel yada cinsel istismar sözkonusu değil ancak ister anne olsun ister baba olsun örneğin çocuğuna “a benim eşek oğlum”, “kafası kalın” şeklinde hitap edebiliyor. Ebeveynler düşünmeden çocuğa yönelik kötü sözler kullanabiliyorlar. Bu kötü sözlerin de çocuğun üzerinde çok büyük etkisi oluyor. Kendi yaşadığım bir olaydan örnek vereyim: Kızım Nil yedi yaşında. Birgün kendisiyle konuşurken sesim biraz yükselmiş. Bu hakikaten azarlama tonunda bile değil. Kızım; “Baba, bana karşı sesin çok yükseliyor“ diye beni uyardı. Sonra düşündüm ve farkına vardım ki sonuçta herhangi bir yetişkinlede bu tonda konuşursan aynı uyarı gelebiliyor. Bu küçük örnek çocuğun yetişkinler tarafından bir birey olarak kabul edilmesinin birinci kural olduğunu işaret ediyor.

Arman : Verdiğiniz örnekte olduğu gibi çocuk normal ilişkilenme sürecini çok iyi biliyorsa ve nasıl iyi davranılacağını öğrenmişse daha duyarlı oluyor ve kaş çatılmasına, ses yükselmesine hemen tepki gösteriyor. Diğer taraftan eğer çocuk istismar ortamında yetişiyorsa, sürekli azarlama ve kötü sözle karşılaşıyorsa, cezalandırılmak amacıyla devamlı ses tonunun yükseltildiği durumlarla karşılaşıyorsa duyarsızlaşmaya başlıyor, içinde bulunduğu durumu kanuksamaya başlıyor ve giderek yetişkinlerin bu tarz davranışları artık çocuğu etkilemez hale geliyor.

Polat :  En tehlikeli süreç böyle gelişiyor gerçekten.

Arman : Dönüş bu aşamada başlıyor.

Polat :  Çocukta duyarsızlık başladığı zaman artık ne söylerseniz söyleyin, nasıl tedbir alırsanız alın çocuk etkilenmiyor; söz dinlemez, otorite kabul etmez bir hale geliyor. Bu aşamadan sonra anne-baba sözünü dinletmek, otoriteyi kurmak için başka yöntemler aramaya başlıyor.

Arman : Çocukla ebeveynler arasında birbirini anlamama hali başlıyor, iletişimde kopukluk yaşanıyor. Çocuğun gelişim döneminde böyle bir kopukluk yaşanması geri dönüşü olmayan yada çok zorlanılan olgular olarak karşımıza çıkıyor.

Polat :  İletişim eksikliğine muhakkak anne-baba tarafından çok dikkat edilmesi gerekiyor. Peki, sıklıkla karşımıza çıkan duygusal istismar olguları nelerdir? Bunları örnekleyelim.

Arman : Duygusal istismar bazen görüşmeler esnasında hemen farkedilebiliyor. Ancak bazen karşımıza çok gizlenmiş olarak çıkıyor. Etkileri neler olur diye sorarsanız eğer, bir takım konuşma gecikmeleri, gelişimde duraklamalar olabiliyor, çok küçük çocuklar olduğunda depresyon sözkonusu olabiliyor. Tabii ilkokul çocuğunda, ortaokul çocuğunda sergilenen saldırgan davranışlar depresyonu düşündürebilir ama hepsinin arkasında da istismarı ararsak görebiliriz. Bazı durumlarda duygusal istismar çok aleni gözlemleniyor. Aile, zaten aile içi ilişkilerinde böyle bir dinamik olduğunu kendisi de ifade ediyor. Çok daha yoğun problemlerde ise intihar girişimi, ağır depresyonlar yaşanabiliyor. Psikosomatik bozukluklar diyebileceğimiz; ruhsal sıkıntının karın ağrısı, baş ağrısı, vücutta ağrı, sızı ve yanmalarla da kendisini ifade ettiği durumlarla karşılaşabiliyoruz. Bence en ileri noktasında da saldırganla özdeşleşme dediğimiz bir dinamik üzerinden aynı saldırgana benzer bir biçimde davranış görüntüsünü tekrar edip, uygulamaya geçme gibi bir süreç de olabiliyor.

Polat :  Regresyon denilen çocuğun belli yaştan sonra yeniden altını ve yatağını ıslatmaya başlaması, yeniden parmak emmeye başlaması hangi durumlarda ortaya çıkıyor?

Arman : Bu daha çok çocuğun kendi içinde bulunduğu ortamla, stresle veya kendi iç dinamiklerinde yaşadığı strese bağlı olarak görülüyor. Çocuk ruhsal dünyası ile bir sıkıntı yaşıyor olabilir yada gerçekten dışarıdan gelen bir baskı da olabilir. Regresyon aslında koruyucu bir fenomen gibidir. Bir adım geriye gittiğinizde psikolojik açıdan bakıldığında kendinizi saklayıp, korumuş oluyorsunuz. Arzu edilen atılan bu geri adımdan sonra ortamın gözden geçirilmesi, stresin düzenlenmesi ile tekrar çocuğun kendi gelişim basamağına devam etmesidir.

Polat :  Bu durumda anne-babanın regresyonun bir sinyal olduğunu anlaması, bilmesi gerekiyor.

Bir başka konu da boşanmış anne-baba sayısının giderek artıyor olması. Ailede parçalanma ve boşanma neticesinde tek ebeveynli çocukların sayısı da çok artıyor. Buna bağlı olarak çocuklarda sorunlar da artıyor mu? Tek ebeveynli kalan çocuklarda ne gibi sorunlar görülüyor?

Arman : Aslında boşanma durumunda sorunların artacağına dair çok net ve kontrollü bir çalışma yok diyebilirim ama birtakım yaklaşımlar var. Bizi daha çok ilgilendiren boşanmanın hangi koşullarda gerçekleştiği. Boşanma öncesinde ve sonrasında neler yaşandığı daha önemli. Boşanma gerçekleştikten sonra çocuk kendisini nasıl bir ortam içinde buluyor ve nasıl bir ilişkilenme oluyor gibi çok yönlü bakılması gereken bir durum bu. Çok önemli birkaç kriter var aslında boşanma sonrasında neler olacağı ile ilgili. Bir kere çocuğun çok sık ortam değişikliklerine mecbur bırakılmaması gerekiyor. İkincisi; çok sık rastladığımız, çocuğun ebeveynler arasında sıkışmaması - çocuğun bir elçi konumuna getirilmemesi -  gerekiyor. Anne-baba arasındaki anlaşmazlıkların çözümlerinin çocuk üzerinden yapılandırılmaması gerekiyor ki bu duygusal istismar konusuyla da çok denk düşüyor. Yine yetişkinleştirme gibi bir şey ortaya çıkabiliyor. Çocuk kendi yaşının getirdiklerini yaşayacağına ortamda ki bir takım kemikleşmiş sorunlar üzerinde çözüm üretmeye çalışan küçük yetişkinler olarak çıkıyor karşımızda. Özellikle tam ergenlik veya ergenlik öncesi dönemde bunu daha çok görebiliyoruz. Tabii birtakım davranış problemleri de olabilir. Biraz önce konuştuğumuz, regresyon dediğimiz ‘geriye dönme’ davranışları olabilir, yaşının altında bir takım davranışlar gösterme gibi. Ama iyi organize edildiğinde, bir düzen sağlandığında, bir belirliliğe ulaşıldığında regresyon zaman içerisinde toparlanabiliyor. Bu durumda ebeveynlere hakikaten büyük iş düşüyor.

Polat :  Bu durumda boşanmanın nasıl ve hangi koşullarda gerçekleştiğine bağlı olarak çocuğun gelişiminde kötü etkisinin olacağını kesin bir dille söylemek mümkün değil. Evlilikte yaşanan olaylar o kadar kötü olabilir ki boşanmayla aslında çocuk daha iyi bir konum kazanabilir ve kötü hali iyiye yönelebilir.

Arman : Evet. Ailede sorun çok yoğun yaşanıyorsa, çok kemikleşmişse ve artık çözüm üretilmez bir konumdaysa ki çözüm üretecek kişiler zaten problem içinde olan kişiler olduklarından, bu duruma gelindiğinde evliliği kurtarmak yerine çocuğa odaklanmak daha doğru oluyor.

Polat :  Her geçen gün boşanmış anne-babaların sayısı arttığı için çocuğun bundan kötü etkileneceği düşüncesi en büyük sıkıntılarından birisi olarak yerleşmiştir. Bu yaklaşımı duyunca belki sorun yaşayan aileler veya boşanmış kişiler biraz ferahlarlar ve kendilerini suçlamaktan vazgeçerler. Tabii her koşulda çocuğa odaklanmak çok önemli. Günlük yaşamda çocuğa muhakkak ona özel ve kaliteli zaman ayırmak gerekiyor.

Arman : Çocuğun ihtiyaçları belirli, zamanı belirli. Bir takım talepleri olacaktır ancak, bunu önceden planlıyabilmek; bir parça proaktif davranabilmek, önemlidir. İster böyle çok kaotik, sıkışık bir durum olsun ki boşanma zor bir süreçtir hakikaten. Hatta yetişkinlerin içinde bulunacakları en zor durumlardan birisi diye düşünüyorum. Bu kaotik süreçte olabildiğince hazırlıklı olabilmek, çocuğa her ne koşulda olursa olsun seviliyor olduğunu ve boşanmanın onunla ilgili bir süreç olmadığını; bu da çok önemli bir husus, daha çok kendi anlaşmazlıklarıyla ilgili bir süreç olduğunu, çocuğun yaşına, gelişimine uygun bir şekilde yeri geldikçe ifade edebilmek gereklidir.

Polat : Buradan yola çıkarak yetişkinlerin davranışlarına bakacak olursak; boşanmada genellikle çocuk annede kaldığı için babaların tutumu olarak değerlendiriyorum, baba çocuğu haftasonu yanına alıyor. Bu sadece boşanma durumlarında değil aslında iş yoğunluğu nedeniyle yada yoğun iş seyahatleri nedeniyle çocuktan belli sürelerle ayrı kalan anne-babalarda da görülen bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Buna Noel Baba sendromu deniliyor. Anne yada baba çocukla görüşemediği sürenin ardından çocukla buluşuyor ve birlikte geçirilen zaman içerisinde çocuk ne isterse onlar yerine getiriliyor. Oyuncakçıdan oyuncak alınıyor, dondurma / hamburger/ pizza/ patates gibi çocuğun istediği şeyler yediriliyor, sinemaya yada başka bir eğlenceye gidiliyor. Çocuk açısından bu pozitif bir yaklaşım değil. Bu çocuğa iyilik yerine kötülük yapmak gibi birşey.

Arman : Diğer ebeveyn açısından da çok kolay olmuyor. Kısa süreli o keyifli, keyifli diyebileceğimiz, keyifli olması düşünülen anda herhangi bir öfke, kızgınlık yada mutsuzluk hissinin ifade edilemeyeceğini düşünüyorum. Çocuklar memnun kaldıkları sürece bu davranışların günlük hayatta da devam etmesini isteyebilirler ve günlük yaşamlarına yani doğal ortamlarına döndüklerinde kendileri zorluklar yaşayabilecekleri gibi diğer ebeveyne de zorlu anlar yaşatabilirler.

Böyle bir problem olduğunda; klinik ortamda bize başvurdukları şekli ile düşünüyorum, bir eğitimden geçmek, çocuğa davranışlarla ilgili nasıl bir organizasyon yapılacağı üzerinde oturup konuşmak gerekiyor. Artık bu aşamada boşanma iyidir yada boşanma kötüdürün ötesine geçmeniz gerekiyor.

Polat :  Özellikle kötü olaylar yaşamış, istismara uğramış çocuklarla nasıl iletişim kurulacağı da çok önemli. Ailenin sosyo-ekonomik seviyesi düşükse, çocuk fiziksel yada cinsel istismara maruz kalmışsa; bir ensest olayı yaşanmışsa, da aile dağılmışsa, bu durumda çocuk zaten suçluluk duygusu yaşarken çocuğa “senin yüzünden oldu, bunu yapmasaydın olmazdı” şeklinde hitap etmek de çok yanlış olacaktır. Bu tarz olgularda intihar olaylarına dahi rastlanmakta. Biraz bu konudan bahsedelim.

Arman : Bu aslında mağdur olanın bir kere daha üzerine gitmedir. Burada yetişkinler asıl problemin üzerine gidip bununla başedemedikleri için zaten mağdur olan çocuğun üzerine gidip, suçu çocuğa yükleme eğilimine girebilirler. Bu tipik bir davranış olmakla beraber son derece tehlikeli bir tutumdur. Gerçekte mağdur olan kişinin çok önemli bir psikolojik yapılanması vardır. Kendilerinin suçlu olduğunu düşünürler. Çocuklar ve ergenler de böyle bir düşünce mekanizması içindedirler. Diğerleri tarafından da bu sürekli tekrarlanırsa ve altı çizilirse bu durumda çocuğa çıkış noktası kalmıyor. Bu sebeple istismar olgularında hemen ilk görüşmelerde en çok altını çizdiğimiz husus “kimse suçlu değildir”. Özellikle çocuğa karşı suçlayıcı olmamak çok önemlidir.

Polat :  Başka bir kavram daha var; “çocuğu şımartmak”.

Arman : Şımartma pek dünya literatüründe rastlanan bir kavram değil. ‘Spoiled’ kelimesi kullanılıyor. Bu da ‘bozulmuş, hasarlanmış, yaralanmış karakter’ olarak kullanılıyor.

Disiplin dediğimiz, aslında bizim kültürümüzde hep negatif algılanan, ‘sınır koyarak öğretme’ ve ‘kendi sınırlarını çocuğa öğretme’ dediğimiz bir yaklaşım modeli var. Çok küçük yaşta bir çocuğun bile neyi yapıp neyi yapamayacağını, neyi isteyip neyi isteyemeyeceğini az çok bilmesi, bunun ona öğretilmesi gerekiyor. Bilmiyorsa, tahmin edemiyorsa limiti zorlamaya başlıyor. Buna da şımarıklık denilebilir. Ancak şımartmanın veya şımarıklığın bir dezavantajı var. Çocuk deneyerek sınırlarının farkına varmaya çalışırken bazen kendisini durdurmak gerekiyor ve bu genellikle çocuğu istismar ederek başarılıyor.

Polat :  Bir de pozitif disiplin denilen kavram var. Çocuğu disiplin etmek gerekli ve bunu her birimiz onaylıyoruz, kabul ediyoruz. Disiplin sosyal hayatta da eğitimde de gerekli. Pozitif disiplinde çocuklar hep pozitif örneklerle, pozitif yaklaşımlarla yönlendiriliyorlar. Burada cezalandırma ortadan kalkıyor belki en fazla ödüllendirmemek ceza yerine geçiyor. Bu yeni bir akım aslında ama bana da cezanın travmatik boyutu hep rahatsız edici geldiğinden çok sıcak geliyor. Çocuğu disiplin etmek gerekli ancak, yasak diyerek kestirip atmaktansa çocuğu ikna ederek öğretmek daha pozitif geliyor. Pozitif disiplin, disiplin kelimesinin negatif algılanması nedeniyle ortaya çıkmak zorunda kalmış bir kavramda olabilir.

Arman : Buna pozitif koşullandırma da diyebiliriz. Çocuğa cezanın kötülüğünü öğretmektense ödülün iyiliğini öğretmek, çocuğu bu şekilde yönlendirmek anlamında kullanılabilir. Ancak, bu materyalist ortam içerisinde ödül sistemi pek işlemiyor kanaatimce. Ebeveynler çocuğun hertürlü ihtiyacını karşıladıkları durumda ödül olarak verecek şey bulamayabiliyorlar.

Polat :  Ucu kaçıyor galiba. Son olarak biraz da ‘çocuk haklarına uygun çocuk yetiştirme modelini’ konuşalım.

Arman : Çocuk haklarına uygun bir çocuk yetiştirme modelinden bahsedeceksek; ‘aşırı kontrollü’ ve ‘sınır koymayan’ olmak üzere iki uç yaklaşım şeklinin arasında bir konumdan konuşabiliriz. Bu; çocuğun ihtiyaçlarına yönelik, önceden net olarak planlanmış, daha çok rehber özelliği taşıyan, kontrolden çok rehperliğin ön plana çıktığı bir model. Çocukların yönlendirilme gereksinimlerinin olduğunu baştan kabul eden bir yönetim, yönlendirme. İdeal anlamda sınır koyan, kurallara uyulmasını isteyen ama bununla birlikte duruma göre esnek de davranabilen bir model olmalı. Ebeveynler gerektiğinde çocuğun bireysel özelliklerine göre hareket edebilmeli ve burası çok önemli; çocuktan, çocuğun yaş ve gelişim özelliklerine uygun taleplerde bulunabilmeli ve ona göre tekrar düzenleyebilmeli yaklaşımlarını ve beklentilerini. Yine en son noktada da çocukla birlikte mantık yürütebilen, konuları daha çok tartışmayı tercih eden ve çocuğun söz hakkına önem veren bir yaklaşımdır çocuk haklarına uygun çocuk yetiştirme modeli. Bu en ideal modeldir tabii ki.

Polat :  Çocukta duygusal istismar konusunu değişik boyutlarıyla ve örneklerle konuştuk. Konuğum Ayşe Arman’a bu güzel sohpet için teşekkür ediyorum.

Çocuklar adına iyimser olmak gerekli. Evet problemler var ama sürdürülen çalışmalar da var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder