12 Eylül 2010 Pazar

Kız Çocukların Eğitimi, EDA ÇETİN, Tuana Okuma İstekli Çocuklar Eğitim Vakfı

Polat :  Bu haftaki konumuz kız çocuklarının eğitimi. Konu sadece eğitim değil, kız çocuklarının eğitimi. Burada vurgu yapıyoruz çünkü özellikle kız çocuklarının eğitimi çok önemli. Türkiye’nin yaşadığı çok sorunlar var. ‘Türkiye neden atılım yapamıyor?’, ‘Neden sorunlarını aşamıyor?’, ‘Neden halen şiddeti, yoksulluğu, eğitimsizliği yaşıyor?’ gibi sorunlardan bahsediyoruz ama çözümlerde sıkıntılıyız. Sosyal sorunlar içerisinde sürekli hepimizin ortaklaşa birleştiği ancak sürekli gözardı edilmiş bir konu var ki aslında saydığımız ‘neden’ sorularının ortak  cevaplarından biridir; kız çocukların eğitimi.
Kız ve erkek çocuklarımız okula başlıyorlar ama ilköğretimden sonra kız çocuklarımızın eğitime devam etmeleri maalesef sekteye uğruyor. Bu durum büyük illerimizde çok fazla yaşanmasa da gecekondu bölgelerinde bu sorunla karşılaşıyoruz. Doğu Anadolu’da, Güneydoğu Anadolu’da ise ağırlıklı olarak ve sürekli yaşadığımız problemlerden bir tanesidir kız çocukların evlerine kapatılması. Daha çocuk yaşlardayken kızlarımız evlendiriliyorlar. Böylece çok erken yaşta çocuk statüsünden çıkarılıp kadın statüsünde görülmeye başlanıyorlar ve daha sonrasında da eğitimsiz, dünyadan habersiz, hiçbir şey bilmeyen, çocuklarını olması gerektiği gibi yetiştirme fikrinden ve yeteneğinden uzak anneler oluyorlar. Eğitimiz çocuk anne, çocuklarına hiçbir doğruyu gösteremiyor, onlara hiçbir yön çizemiyor ve kuşaklar boyunca devam eden bir kısır döngünün içinde yok olmaya başlıyoruz. Bence kız çocuklarının eğitimi, nüfus planlamasıyla beraber Türkiye’nin çıkışıdır.
Günümüzde artık en azından kız çocukların eğitimi konusu konuşulmaya başlandı. Yıllardır hiç çalışılmadan bırakılmış bir konu olarak sadece konuşulmaya başlanmış olması dahi iyi bir adımdır. UNICEF’in başlattığı ‘kız çocuklarını eğitime katma’ kampanyasıda atılan adımların çoğalmasına vesile oldu.
Bu haftaki konuğum Eda Çetin. Kendisi uzun dönem Çocuk Hakları Koalisyonu’nda görev yaptı ve yurt dışında Koalisyonu temsil etti. Halen eğitimle ilgili çalışan, bu alanda çok önemli işler yapan TOÇEV’de çalışmakta. Kendisine “kız çocuklarının eğitimi Türkiye’de problem midir?” diye soralım ve konuya girelim.
Çetin :  Tabii ki problem ancak çözülemez değil. Aslında Türkiye’de uzun yıllardır bu konuda çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşları var. Bir yandan da farklı kuruluşların destekleri alınıyor. Ama 2003 yılında UNICEF ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın ortaklaşa başlattığı “Haydi Kızlar Okula!” kampanyasıyla Türkiye sorunun daha bir farkına vardı. Ne kadar sıfıra indirgeyememiş olsak da, problem halen yaşanıyor olsa da en azından insanlar böyle bir sorunun artık farkındalar ve birşeyler yapma konumuna gelindi. Bu konuda bizde TOÇEV olarak Güneydoğu Anadolu bölgesinde olsun, İstanbul’da olsun kız çocuklarının eğitimi konusunda somut projeler üretmeye çalışıyoruz. Keza 2003 yılında ve 2004 yılında, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde iki okulumuza bu konuda destek verdik. Tabii biz bir ucundan tutabiliyoruz sadece. Hepsine maalesef ulaşamıyoruz ama ilgili diğer sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği içerisinde daha kapsamlı ve etkin işler yapılabilir.
Polat :  Niye sadece kız çocuklarının eğitiminden bahseder durumdayız da erkek çocukların eğitiminden bahsetmiyoruz? Kız çocuklar neden eğitimden uzaklaştırılıyorlar, hangi düşünce ile eğitimsiz bırakılıyorlar?
Çetin :  Ağırlıklı olarak Güneydoğu Anadolu bölgesinde gelenekler ve görenekler bu konuda bize set çiziyor. Gelenek, görenek baskısı çok yoğun olarak hissediliyor. Kız çocuklar, ayıp ve günah olduğu gerekçesiyle aileleri tarafından okuldan uzaklaştırılıyorlar ve çok erken yaşlarında evlendirilerek kadın statüsüne sokuluyorlar. Belli yaştan sonra okulda erkek çocuklarla birarada okumaları yörede mevcut namus kavramları açısından tolere edilmiyor. Ayrıca kırsalda ilköğretim kurumundan sonrası yok bildiğiniz gibi. Çocuklar eğitimlerine devam edebilmek için merkezlere gitmek zorundalar. Aileler, toplumun baskısıyla da kız çocuklarını uzağa göndermiyorlar ve böylelikle kız çocuklarının okul hayatı bitiyor. 
Polat : Gelenekler, göreneklerden başka bulunulan yerde yakın eğitim kurumunun olmayışı da kız çocukların eğitimden koparılması açısından en önemli faktörlerden birisi. Aile çocuğu kendi baskıcı kontrolünden uzağa yollamak istemiyor ve “kız çocuğu okuyup da ne olacak” gibi bir gerekçeyle çocuğu evde tutuyor.
Diğer bir faktör ise halen kız çocuklarının bir birey olarak kabul ediliminin erkek çocuklara göre daha az olması; kız çocukların ikinci sınıf insan olarak görülmesi. Tabii ailede çok sayıda çocuk olması ekonomik yetersizlikleri gündeme getiriyor ve önlem olarak öncelikle erkek çocuklar okula yollanıyorlar. Bu da başka bir faktör değil mi?
Çetin :  Evet, çok doğru. Aslında ailede çok çocuk olma sebebi çocukların tarlalarda işçi olarak çalıştırılıyor olmalarıdır. Çocuklar ücretsiz işçiler olarak sömürülüyorlar. Aile bizim bildiğimiz anlamda çocuk yetiştirmiyor aslında, tarlada çalıştıracağı işçiyi yetiştiriyor. Okul anne-baba için ön planda değil. Aile öncelikle varlığını korumaya çalışıyor. Böylece 5-6 yaşlarından itibaren çocuklar bahar döneminden sonbahara kadar bölge bölge göç ederek tarım işlerine gidiyorlar.
Polat :  Tabii mevsimlik işçi talebi işin içine girdiği zaman Çukurova başta olmak üzere bütün bölgelerde ailece mevsimsel işçilik yapmaya başlıyorlar. Bunun yanısıra okullarda da öğretmen, malzeme ve derslik sıkıntıları var. Çocuk okula gitse de eğitimin kalitesinin düşük olması sebebiyle okuldan uzaklaşmak gibi bir eğilimin içine giriyorlar. Çocuklar okuldan kazandıklarını farkedemiyorlar.
TOÇEV neler yapıyor konuyla ilgili olarak? Öncesinde TOÇEV kimdir?
Çetin :  Okuma İstekli Çocuk Eğitim Vakfı 1994 yılında kurulmuş, 5 çocukla başlayıp şu anda 1200 çocuğa destek veren bir sivil toplum kuruluşu. Biz çocuğu ilköğretim çağında alıp üniversite sona kadar tüm eğitim hayatı boyunca her türlü sosyal, sağlık, eğitim araç ve gereç ihtiyaçlarını karşılayarak eğitim hayatı boyunca destek veriyoruz. Bunun yanı sıra 2001’den itibaren de Güneydoğu Anadolu bölgesinde somut projelere imza atıyoruz. Bölgede kız çocukların okula gönderilmemesi, çocuk oyun parklarının olmayışı, çocuk intiharlarının yüksel olması gibi gerekçeler neticesinde projelerimizi yapılandırıyoruz. 2003 yılında Adıyaman’ın Salkımbağı köyünde, köy okulu onarımı yaptık. Bu okul taşımalı sistemli olup koşulları çocuklar açısından çok kötü durumdaydı. Öğretmen eksiği yoktu ama tuvaleti yoktu, tavanları akıyordu, camları kırıktı. Onarımı gerçekleştirdik ve Adıyaman bizim için ilk deneyim oldu. Ardından Diyarbakır Kırmasırt Köyü okulu geldi. Orada kız çocukların beşinci sınıftan sonra taşımalı sistemle eğitim görecekleri merkeze gönderilmediklerini öğrendik. Dolayısıyla buradaki okulu ilköğretim okuluna çevirmek üzere bir proje sunduk. Valilikle, Milli Eğitim Bakanlığıyla işbirliği içerisinde, özel sponsorlarla bu okul 2004-2005 öğretim yılına bir ilköğretim okulu olarak başlayacak. Kırmasırt köyünde bundan böyle kız çocuklar en azından ilköğretimi tamamlamış olacaklar.
Polat :  Kız çocukları ile ilgili Türkiye’de sorunlar çok büyük. Kızların ikinci sınıf vatandaş kabul edilmeleri, ailelerinin yanlış algılama problemlerinden kaynaklanan bir durum. Tabii çocuklarında kendilerini ifade edebilmeleri, birey olarak kendilerinin varlıklarını gösterebilmeleri için en azından donanımlı, eğitimli olmaları gerekiyor. Çocuklar eğitimsiz kaldıkça bu gerçekleşemiyor ve böylece yok olan bir kuşaktan bahsediyoruz.
Kız çocukların ailenin namusunu korumak azmi içerisinde okula yollanmadıklarından bahsettik. Bu çok karşı olduğumuz olayın çok daha vahim başka bir boyutu daha var. Biraz bundan bahsedelim. Türkiye Batman’ı birçok olayla hatırlar ama bunlardan bir tanesi kız çocukların intiharlarıdır. Tespit edildiği üzere Batman’da diğer illere oranla çok daha fazla sayıda kız çocuğu intihara maruz kalıyor, intihar ediyor. Maruz kalıyorları özellikle kullandım, dilim sürçmedi. Maruz kalıyorlar çünkü kız çocukları herhangi bir şekilde karşı cins ile iletişim kurdukları takdirde - ki adölesan çağa geldikten sonra karşı cinsten birisi ile konuşmak, iletişime girmek, etkileşime girmek  çok doğal süreçler ve sosyal yaşamda bunun olması gereklidir de - bu kızlar töre nedeniyle aile meclisinde yargılanarak ailenin şan ve şöhretine leke getirdikleri gerekçesiyle ölüme mahkum ediliyorlar. Burada kıza kendini öldürmesi için baskı uygulanıyor. Bu gibi 10 olaydan 8’inde kız çocuğu intihar ediyor, 2’sinde kaçıyor. Kaçanlar yakalanıyor ve bunlarında yaşamına son veriliyor. Daha çok yakın bir zaman önce evlilik dışı doğan çocuğuyla İstanbul’a kaçan Gülbahar’ın öyküsü geliyor aklımıza. Çocuk bir yakını kendisini saklamasına rağmen kardeşleri tarafından sokakta yakalanıp yaralanıyor.  Hastaneye kaldırılıyor ve burada diğer kardeş tarafından yaşamına son veriliyor. Bu dramın ardından Gülbahar’ın evlilik dışı doğan çocuğunun da aile tarafından öldürülmesi beklendi. 2004 yılında Türkiye’de bunun gibi çok dramatik, çok tüyler ürpertici olaylar yaşanıyor. Hiçbir töre insan hayatından önemli değildir. Töreler insanları bütünleştirmek onlara refah sağlayacak bir ortam yaratmak için varlarken kız çocuklarının yaşadığı bu durum açıkçası beni dehşete düşürüyor. Türkiye Cumhuriyeti olarak çocuk kavramını kabul etmişiz, Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne imza atmışız, çocuğun birey olarak en iyi imkanlardan yararlandırılması ilkesini benimsemişiz ve biz bir hukuk devletiyiz ama hala kızlarımıza eziyet etmekten, onları mahrum bırakmaktan, ikinci sınıf muamelesi yapmaktan halkımız vazgeçmiyor. Bunun çıkışı sadece ve sadece eğitimle kişilerin bilinç düzeyinin yükseltilmesiyle mümkün olacaktır. Kız çocukları eğitime dahil edilmeliler tabii ama önce ailelerinin de yasa, hak, hukuk, adalet gibi kavramlardan haberdar edilmesi gerekiyor. Aksi takdirde şimdi eğitimsiz evde oturan kız çocuklar, eğitim aldıktan sonra eğitimli olarak evde baskı altında yaşamaya mahkum bırakılacaklar.
Yaşanan bu dramlar yüzünden TOÇEV’in yaptıklarını gerçekten çok önemsiyorum. TOÇEV’in başkanı Ebru Yarcan’a da buradan selam yolluyorum. Çalışma alanı seçerken Güneydoğuyu seçtiniz. Saha İstanbul’da da olabilirdi. Gecekondularda da yani hemen yanıbaşımızda da aynı problemler yaşanıyor. Güneydoğu uzak ve hakikaten zorlu bir alan. Projelerinizi gerçekleştirirken ne kadar zorlandığınızı bilerek soruyorum:  Neden Güneydoğu’yu seçtiniz?
Çetin :  Özellikle sadece Güneydoğu Anadolu bölgesinde çalışma yapmıyoruz. Bunun altını çiziyorum. İstanbul’da da yapmış olduğumuz çalışmalar var. 2003 Milli Eğitim Bakanlığı’nın verilerine bakarsak sadece İstanbul’da ilköğretim sistemine geçirilmemiş 660 okul var. Güneydoğu’yada gitmeye gerek yok aslında. İstanbul’un çevresinde bile çok adette eğitime geçmemiş, ihtiyacı olan okullar var. Biz İstanbul, deprem bölgesi ve Güneydoğu Anadolu bölgesi ağırlıklı olarak çalışıyoruz. Neden Güneydoğu Anadolu Bölgesi? Tabii ki tüm Türkiye’de ihtiyaç duyulan yerler var ama Güneydoğu gerçekten ihtiyacın ana merkezi. Siz de belirttiniz, bu bölgeye hizmet ulaştırmak belki de uzak olduğu için arka plana atılıyor. Biz de bunu aşalım, geride kalmış bölgeye hizmet götürelim düşüncesi ile oraya yatırım yapıyoruz. Oradaki çocuklar da bizim çocuklarımız ve yörenin eğitime her yerden çok daha fazla ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz.
Polat :  Bunlar iyi niyetle yaılandırılan işler ancak, toplumda varolan duyarsızlığın önünün alınması gerekiyor. Birçok konuya göre eğitimde biraz daha bir kıpırdanma görülüyor. Sizin gibi çalışan, çok iyi işler yapan diğer kuruluşlar da burada söz konusu. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’ndan tutun da diğer birçok kuruluş çok güzel çalışmalar yapıyor, kampanyalar düzenliyor ama yine de sokaktaki adamın çok da umurunda değil gibi gözüküyor şu andaki vaziyet. Kız çocukların eğitimi için ben bir şeyler yapmalıyım, vaktimden harcamalıyım, katkıda bulunmalıyım duygusuna henüz ulaşılamadı.
Çetin :  Aslında duyarsızlık değil bu. Tamamen çekince ve vatandaşın aslında konuya hakim olmamasından kaynaklanıyor. İnsanlar ne yapacaklarını bilmiyor. Yönlendirmeler yok, yeteri kadar tanıtım yapılmıyor. Tabii ki kulak dolgunluğu ile herkes bir şeyler biliyor ama bunu gerçek anlamda, haber anlamında ne kadar duyurabiliyoruz vatandaşa sorgulamak lazım. Bir de çekinceler var; insanlar destek verdikleri zaman bunun gerçekten doğru yere gidip gitmediğinden, doğru çocuğa doğru hizmet verilip verilmediğinden emin olamıyorlar. Bu duygu çok önemli. Onu hissederse zaten gerisi geliyor ve bir çok insan var bu konuda duyarlı olan yada olayları takip eden yanı sıra da yardımcı olan. Ama tabii ki herkese ulaşamıyoruz ve herkesten aynı duyarlılığı da göremiyoruz. Bu biraz da bilinçsizlikten kaynaklanıyor. Hep başkalarından bir şeyleri beklemekten kaynaklanıyor. Bu konuda da sanırım basının desteği gerekli. Herşeyi Devlet’ten beklememeliyiz düşüncesindeyiz ama Devlet’ten belki tanıtım konusunda destek alabiliriz. Herşey maddiyat değil. Biz zaten onu firmalardan, kişilerden, kurumlardan bir şekilde toparlayıp hizmetimizi sunmaya çalışıyoruz. Devlet’in bu konuda biraz daha tanıtıma yönelik çalışmalar yapması gerekiyor. Bu sene gördük; “Haydi Kızlar Okula!” kampanyasında birçok insan bilinçlendi, en azından böyle bir şeyin, böyle bir sorunun varlığını farketti.
Polat : ‘Advocacy’ dediğimiz bir kavram var. Sivil toplum en çok bu konuda bir şeyler yapmak zorunda. Sosyal problemlerini çözmüş ülkelere baktığımız zaman özellikle de İskandinav ülkeleri, Amerika, İngiltere gibi ülkelerde ‘advocacy’ - tam türkçesi olmadığı için buna destek oluşturma diyebiliriz - büyük bir beceri ile gerçekleştirilebiliyor. Destek oluşturma, problemi tanımlama ve gerçekten problem olduğunu anlamayla başlıyor. Bundan sonra sosyal sorun toplumla etkin şekilde paylaşılıyor ve bireyler bilinçlendiriliyor. Toplumsal sorunların halli öncelikle sorunun varlığının toplum tarafından kabul edilmesiyle başlıyor.
Kız çocukların eğitiminden bahsederken de öncelikle bunun toplumsal bir sorun olduğunu ifade edebilmek önemli. Kız çocukları okutmazsanız ne olur? Bunun sonuçları çok açık bir şekilde ortaya koyulmalı. Sonrasında sorunun rakkamsal olarak ifade edilmesi gereklidir ki bizde böyle bir sorun yaşandığına işaret edebilelim. Çok fazla sayılarla boğulmayada gerek yok. “Kız çocuklarının erkeklerle beraber ilkokula başlama oranları %88-90’lardadır ama beşinci sınıftan sonra kız çocukların eğitime devam etme oranı, oran erkek çocuklarda %80’lerdeyken %40’lara düşmektedir” şeklinde basitçe bir analiz bile sorun yaşadığımızı anlatacaktır. Zaten insanlarımızın bilinç ve eğitim düzeylerine baktığımızda bundan daha fazla veri sunulması sadece karışıklık ve beklenenin tam tersi olarak ilgisizlik getirecektir. Böylece problem tanımlandıktan ve sorun olduğu kabul edildikten sonra “ben ne yapabilirim” sorusuna sivil toplum kuruluşları cevap vermeye hazırlıklı olmalıdırlar. Pilot uygulamalarla modeller oluşturulmalıdır. Aynı zamanda Devlet’in de bu yönde bilgilendirilmesi ve sorun olduğunu kabul etmesi ardından çözüm önerilerine kulak vererek gerekli tedbirleri bu yönde almaya ikna edilmesi gereklidir. Yapılan çalışmalardan toplum sürekli ve periyodik olarak haberdar edilmelidir. Bunun için geniş kitlelere en çabuk en etkin ulaşımı sağlayan araç medyadır. Dolayısıyla medyada toplumsal sorunla ilgili olarak bilinçlendirilmelidir.
Bunları ifade ettikten sonra kız çocukların eğitimine dönecek olursak, kız çocukları eğitime dahil edildikleri ve kaliteli eğitim alabildiklerinde toplum yaşamımızda ne gibi artılar olacak? Yaptığınız projelerde, çalışmalarda ne gibi sonuçlar alıyorsunuz? Sonuç almak çok uzun vadede mümkün ama yine de bunun kısa dönemde ortaya çıkan güzellikleri oluyordur. Siz neler yaşadınız? Hep karanlık tablolar çizmeyelim. Biraz güzel şeylerden bahsedelim.
Çetin :  Biz geleceğe yatırım yapıyoruz. Başlattığımız çalışmalar daha çok yeni. Henüz meyvelerini görmek mümkün değil. Ancak destek verdiğimiz çocukları sürekli takip ediyoruz. Fire verdiklerimiz oluyor, olmuyor değil. Her koşulda onları tabii ki yönlendirmeye çalışıyoruz, aileleriyle görüşmeler yapıyoruz. Ailelerinde bize birebir ulaşabilme imkanları var. Çocuğun okutulması konusunda aile içinden genellikle anneden destek buluyoruz. Anne kendiside okutulmadığı için bunun eksikliğinin farkında olabiliyor ve çocuğunun okuması için kimi zaman törelere rağmen, kimi zaman babanın şiddetine rağmen destek veriyor, bizden babanın ikna edilmesi için talepte bulunuyor. Genellikle babanın ikna edilmesi gerekiyor ama annelerden aldığımız destek işimizi yaparken bize güç veriyor.
Polat :  Çok güzel. Kız çocukların eğitimi konusunda bir şeyler yapmaya çabalıyorsunuz. Bu çabalar için kaynak yaratmak zorundasınız. TOÇEV’in defileleri meşhur ama fon bulmak adına bunun dışında neler yapıyorsunuz?
Çetin :  Genelde firmalardan proje bazında sponsorluklar alıyoruz. Ayrıca son 3 yıldır modacı Cengiz Abazoğlu defilelerinin gelirini TOÇEV’e bağışlıyor. Bu sene İpekyol Firması’da bu konuda bize destek verdi. Defilesinin tüm gelirini yine TOÇEV’e bağışlıyor. Buradan elde edilecek gelirle de Mardin’de yine bir köy okulunun ilköğretim sistemine geçirilmesi, ikinci kademesinin tamamlanması için bir çalışma yapılacak. Eğitimle ilgili  projeler sunulduğu taktirde birçok ticari firma konuya sıcak bakıyor ve katkıda bulunuyorlar.
Polat : Özellikle kaynak yaratma açısından bir sponsora gittiğiniz zaman elinizdeki projenin dört başı mahmur, sürdürülebilir, bütçesinin mantıklı, realize edilebilir bir proje olması gerekiyor. Bunu yapabilmek çoğu sivil toplum kuruluşlarının başaramadığı şeylerden bir tanesi. Sizler çok güzel projeler yapıyorsunuz biliyorum ama sivil toplum kuruluşlarının böyle bir sıkıntısı var; öyle değil mi?
Çetin :  Evet. Bu sıkıntılar neden kaynaklanıyor? Doğru işletim sistemi yok. Bu konuda son yıllarda, özellikle son 2 senedir sivil toplum kuruluşlarına yönelik bir eğitimler gerçekleştiriliyor. Bu eğitimlerle sivil toplum kuruluşlarına profesyonel işletme teknikleri öğretiliyor. Önceden bunlar yoktu. Tamamen gönüllülük ruhuyla çalışılıyordu. Sadece gönüllülük yetmiyor. Biraz da profesyonel bakmak lazım. Sadece profesyonel de olmak yeterli değil tabii ki gönüllülük ruhunu kaybetmemekte önemli.
Polat :  Gerçi HABİTAT bir dönüm noktası oldu ama bugün hala geniş bir kitle tarafından gönüllülük ‘hobicilikle’ aynı tutuluyor. HABİTAT sonrasında gerçekten profesyonelce çalışan gönüllülerin sayısı arttı ve sivil toplum kuruluşlarının çalışması değişti. Gönüllü derken artık sadece boş vakitlerini ayıran değil, konuya inanan, soruna çözümler üretebilen insanlara ihtiyaç var. Bunların profesyonel disiplin ve profesyonel bakış açısıyla çalışması gerekiyor. Sivil toplum örgütleri artık gerçekten profesyonel gibi düşünmeye başlayan kurumlar olmaya başladılar. Zaten olamayanlar da çok ayakta duramıyorlar, yok olup gidiyorlar. Tabii sivil toplum sadece gönüllülerle de yapılanamıyor. Bünyelerinde gerçek anlamda işletmeciler, iletişimciler, vs gibi profesyonellere yer vermek zorundalar. 
Şimdi biraz çocuk haklarından bahsedelim. Kız çocukların eğitimine yoğunlaşmış bir sivil toplum kuruluşusunuz ama çocuk hakları bir bütün olarak ele alınmalı ve eğitimde bu bütünün bir parçası. 1989’da imzaladığımız Çocuk Hakları Sözleşmesi çerçevesinde bugün Türkiye’de çocuklar bir birey olarak kabul edilip görüşleri alınıyor mu?
Çetin :  Maalesef henüz o boyuta ulaşamadık. Evet belli kesimlerde iyi eğitim alan şanslı çocuklar var ve bu çocuklarda böyle bir gelişim söz konusu. Onlar gerçekten ifade edebiliyorlar kendilerini. Kendi akranlarıyla ilgili çok ciddi, iyi projeler yaratabiliyorlar. Tabii genel olarak değerlendirecek olursak ‘çocuk görüşünün alınması’ henüz kanıksanmış değil. Çocuk Hakları Sözleşmesini imzalayalı onbeş yıl oldu ama henüz Sözleşme’nin toplumda etkin tanıtımı yapılmadı. Tanıtımı yapılmadığı ve çocuk hakları eğitimleri verilmediği için toplum ve özellikle çocuklar henüz çocuk haklarının bilincinde değiller. Gelişim çok çok yavaş ilerliyor. Bu konu üzerine çalışan bir grup sivil toplum kuruluşu var; Çocuk Hakları Koalisyonu yaklaşık 10 yıldır bu konuda çalışmalar yapıyor fakat etkin olabildiklerini söylemek mümkün değil. Bu konuda biraz karamsarım.
Polat :  Çocuk Hakları Koalisyonu’nu kuran kişi olarak bugün ben de pek iyimser değilim. Koalisyonun son dönemde çocuk odaklı grupların koordinasyonunda olmamasından kaynaklanan sıkıntılar var. Tabii bir şekilde Koalisyon ile toplum arasında kaynaşmada olamadı. Buradan hareketle ‘Çocuk Hakları için Yurttaş Hareketi’ olarak başlattığımız sivil toplum hareketi bu eksikliği gidermek; bireyleri de içine dahil etmek üzere yapılandırıldı. Açıkçası sivil toplum kuruluşları tek başlarına hiçbirşey değiştiremezler. Zaten amaçları bu olmamalıdır. Demokratik ortamlarda sivil toplum kuruluşlarının vazifesi sorunları tespit etmek, tanımlamak, problem olduklarını bilimsel olarak açıklamak, çözüm önerileri geliştirmek ve bunu bireylerle paylaşarak destek bulmaktır. Sorunun çözümü için bilinçlendirilen bireyler Devlet’ten değişiklik talep edeceklerdir. Bunu toplum talep etmeli ve kendi kusurları üzerine bilinçlenmelidir. Değişim ancak böyle yakalanabilir. Bizdeki sıkıntı maalesef sivil toplum kuruluşları henüz iletişim konusuna eğilmediler ve projecilik hüküm sürmekte. Sonuç olarak ülkemizde sivil toplum ve yurttaş kaynaşması henüz başarılamadı. Çocuklardan örnek verelim: projeler hep çocuklar için büyükler tarafından yapılıyor ve sonuçlarından çocuklar ve aileleri haberdar edilmiyor. Halbuki çocuklar adına birşey yapmak yerine çocuklar için çocuklarla birlikte birşeyler yapılmalı. Bu bilinç düzeyine erişmek gerekli. Hep çocuklar adına konuşuyoruz, onlar için iyi şeylerden bahsediyoruz ama çocuklar bu konu hakkında ne düşünüyor diye sorgulamıyoruz. Giderek çocuklarda düşünmemeye başlıyorlar ve kendilerine dayatılanlarla yaşama alışıyorlar.
Eda Hanım, elinize sağlık. Hakikaten güzel işler yapıyorsunuz. TOÇEV ve benzeri tüm kuruluşların sayısının artmasını diliyorum.
Lütfen kız çocuklar dahil olmak üzere tüm çocuklar okusun. Her şeyin başı eğitim diyor ve size iyi haftalar diliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder