Polat : “0-18 Vurursan Kırılır” Çocuğun Hakları Var programında bu hafta Sokak Çocukları konusunu ele alacağız. Konuğum, uzun zamandan beri konuyla ilgili önemli çalışmalar yapmış, çoğumuzun da hem medyadan hem yaptıklarından tanıdığımız Yusuf Kulca. Sokak çocuklarını konuşurken, bir yandan da özellikle bu konuyla ilgili sivil toplum kuruluşlarının yaşadığı sıkıntılardan bahsedeceğiz.
Yusuf Kulca’nın ilginç bir konumu var. Toplumda, bir zamanlar kendisi de bir sokak çocuğuydu şeklinde tanınıyor ancak, yetiştirme yurtlarında yaşamışlığı var ama bir sokak çocuğu değil. Gazetecilik eğitimi almış ve o dönemde bu konularla iyice iç içe olmaya başlamış ve ilk derneği kurduktan sonra konunun çok içinde yaşamaya başlamış. Yusuf Kulca’nın çok ilginç bir özelliği var; bu genellikle sokak çocukları probleminin çok yoğun yaşandığı Brezilya’da ilgiyle izlediğim bir durumdur, Kulca sokak çocuklarıyla birebir ilişki kurabilen ve ağabey olarak gördükleri, tanıdıkları bir kişi. Sokağa çıktığınız zaman herhangi bir sokak çocuğunu çevirin, “Yusuf’u tanıyor musun?” deyin “bizim Yusuf ağabey” diyorlar. Yusuf Kulca, çocuklarla kurumsal yapılar arasında çok güzel bir köprü kurdu. Hasan Gemici ile de danışmanlık görevi başladı. Kısa bir dönem Melda Hanım ile sürdü ve halen Güldal Akşit ile devam ediyor. Devlet’e danışmanlık yapıyor ve iyi de işler çıkıyor.
Yusuf Kulca iyi işler yapmaya çalışıyor ama koşullar buna ne kadar izin veriyor, ne kadar yeterli olunabiliyor bunları konuşacağız. Öncesinde geriye dönelim ve Cumhuriyet tarihimizde sokak çocukları sorununa bakalım.
Kulca : Sokak çocukları sorunu Osmanlı’dan beri vardır ancak Cumhuriyet tarihimizle birlikte her ne kadar sokak çocukları terimi ile anılmıyorlarsa da bu tür çocukların varlığını arşivlerden tespit edebiliyoruz. Çok ilginçtir 1917 yılında Hasıp Akıncı diye bir Beyefendi, İzmir’de ‘sokaklarda yatan’ çocuklara bir sepetçiler okulu açmaya çalışıyor ama bir sosyal girişimci olarak başına gelmedik kalmıyor ve başarısız oluyor maalesef. Çok engellerle karşılaşılıyor. O dönemde; şapka devriminde, Kastamonu’da sokak çocukları yerine kullanılan başka bir terim de ‘hasır şapkaları ören’ çocuklar şeklinde. Aslında bu, çocukların elinden tutulduğunda çok şeyler yapabildiğini gösteren çok önemli bir kanıttır. Yine yıl 1917, İzmir’de Çocuk Sevenler Derneği kuruluyor. Tabii gene Türkiye’nin başında ekonomik sorunlar var, diğer birçok nedenin yanında büyük şehrin cazibesi var, kırsal kesimde olanaksızlıklar fazla ve dolayısıyla 45-50’li yıllarda kırsaldan büyük şehirlere bir göç başlıyor. İstanbul ağırlıklı olarak göç alıyor. Çok ilginçtir, 45’li 50’li yıllardaki göç dalgasından sonra Kemalettin Tuğcu’nun Köprüaltı Çocukları kitabında bu çocuklara rastlamaya başlıyoruz. Onun dışında Yaşar Kemal’in “Allah’ın Askerleri” kitabında görüyoruz. Orhan Kemal’in “Sokak Çocuğu” kitabında da yine bu çocuklardan bahsediliyor. Yani çok eski edebiyatımıza kadar giren bir sorun bu. Tabii o zamanki rakamlarla şuandaki rakamlar çok farklı ama özünde bu problemi biz çok eski yaşayan bir ülkeyiz.
Bir başka gelişme de 1952 yılında Kemerburgaz Ağaçlık Köyünde bulunan Etibank Sosyal Tesisleri; Kemerburgaz’da linyit kömürü kalmadığı için faaliyet duruyor ve bu sosyal tesisler belli bir süre sokaklarda yaşayan çocuklara tahsis ediliyor.
Polat : Şehirden oldukça uzak bir yer. Şimdi bile ulaşım oldukça zor buraya. Bu bir anlamda çocukların tecrit edilmesidir bana göre.
Kulca : Hem uzak hem de buraya ulaşım çok zordu o dönemlerde. Belgelerde Tesis Müdürünün söylediği bir anekdot var; “Bu çocukları anlamanın, onları ele almanın yolu, onlarla onlar gibi hareket edip, sonra içlerine gireceksin” diyor. Bu söz aslında olayın felsefesini oluşturuyor. Yine aynı kitapta, 1952’li yıllarda aile eğitiminden bahsediliyor ve bunun çok önemli olduğu vurgulanıyor. Klinik çalışmalardan bahsediliyor, atölye çalışmalarından bahsediliyor ve her çocuğa ayrı bir eğitimden bahsediliyor. Her çocuğa ayrı bir eğitim derken; çocukların özellikleri, geldikleri yöreler, koşullar, yetiştikleri çevrenin farklı olması nedeni ile bu çocuklara toptan eğitim verilemeyeceğini, ayrı ayrı ele alınması gerektiğini ve ayrı ayrı eğitim verilmesi gerektiğini vurguluyor. O yıllarda dile getirilmiş bu önerilerin günümüzde hala yaygınlaştıramadığımızı görüyoruz. Bugünde doğru olduğunu düşündüğümüz bu felsefeyi, o zaman ki bu düşünceyi Türkiye’nin geneline yayamamışız. Hem klinik çalışmalar, hem aile eğitimi, hem atölye çalışmaları, hem de her çocuğa ayrı eğitim felsefesini yerleştirememişiz, bu ilginçtir.
Beş yıl sonra 1957 yılında Korumaya Muhtaç Çocuklar Kanunu çıkıyor. 6972 sayılı Korunmaya Muhtaç Çocuklar Kanunu’nun bir çok maddesi var ama esas bizi ilgilendiren 4. maddesi. Maddede; annesi ve babası tarafından fuhuşa, dilenciliğe, alkollü içkilere, uyuşturucuya sürüklenen çocuk, korunmaya muhtaç çocuktur ve Devlet bunlara sahip çıkar deniliyor. O dönemlerde çocuktan sorumlu dört kurum var; koruma birliklerinin yanısıra Çocuk Esirgeme Kurumu, Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Belediyeler var. 1983 yılına kadar devam ediyor bu şekilde. 1983 yılında darbeden sonra kurulan ANAP Hükümeti’nde Milletvekili olan Akın Gönen bir kanun çıkartıyor; 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu. Amaç şu; bu 4 başlı yönetimi tek başa indiriyor. Bir Genel Müdürlük adı altında topluyor, Başbakanlığa bağlıyor ve genel bütçeden yani katma bütçeden pay alıyor. Böylelikle tek bir çatı altında bütün bu kurumları toplamış oluyor ki önemli bir adım bence. Ama 2828 sayılı kanunun 4. maddesine baktığınız zaman gene aynı kalıyor. Yani annesi ve babası tarafından fuhuşa, dilenciliğe, alkollü içkilere, uyuşturucuya sürüklenen çocuk korumaya muhtaçtır. Devlet buna sahip çıkar diyor. Bakın çok ilginçtir; 1957 ile 1997 yılları arasında toplam 40 yıl; üzülerek söylüyorum; bu kanun çıkmasına rağmen 4. madde işletilememiş Türkiye’de. Yani annesi ve babası tarafından fuhuşa, dilenciliğe, alkollü içkilere, uyuşturucuya sürüklenen çocuk korumaya muhtaç çocuktur, devlet buna sahip çıkar düşüncesi veya kanunu uygulamaya geçirilememiştir. Anladığım kadarıyla fuhuşa bulaşan bir çocuğu Çocuk Esirgeme Kurumuna alırsak diğerlerini de fuhuşa bulaştırır, uyuşturucu kullananı alırsak diğerlerinide alıştırır, dilenciliğe veya suça bulaşmış olanı alırsak burada ki çocuklara da bulaştırır düşüncesi ile bu sorun 40 yıl boyunca görmezlikten gelinmiş.
Polat : O dönemde bu çocukların sayılarının az olmasına, kolay başedilebilecek olmasına rağmen probleme gözümüzü kapatmışız.
Kulca : Kesinlikle. Aslında o dönemlerde önlemler alınsaymış, sorunla mücadele etmek çok basit olacaktı. Çok daha az bir müdahale ile, çok daha az bir zamanda bu işi çözebilecektik. 40 yıl unutulan bu sorunu 1997 yılında ilk defa Kutlu Aktaş ile Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin yayınladığı bir genelge ile bu işin ciddi anlamda yapılandırılmasının önü nihayet açılmıştır. Sevindirici olan Hasan Gemici’den sonra hangi bakan gelirse gelsin, hangi Vali gelirse gelsin; İstanbul valilerinden - Erol Çakır’dan, Muammer Güler’den - bahsediyorum, çalışmaların sürekliliği sağlanmıştır. Daha önceden biliyorsunuz her Vali değiştiğinde olaylar yeniden, sıfırdan başlardı, ama bu böyle olmadı. Bu konuda böyle olmadı en azından.
Türkiye genelinde ciddi anlamda yapılanmalar olduğunu artık söyleyebiliriz. Tabii 1997 yılında sivil toplum kuruluşlarıyla Devlet işbirliğinin de önü açılmış oldu. O zamana kadar böyle bir işbirliği maalesef gerçekleşmemişti. Halen bu işbirliğinin sağlıklı yürütülemediğini söyleyebiliriz. Özellikle Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ile sivil toplum kuruluşları arasında protokol bazında çalışmalar yapılmalıydı ama Devlet’in kaynak aktarma konusunda pek fazla yol alınamadı.
Polat : Pek fazla yol alınamadı diye yumuşatıyorsunuz, ben direkt olarak söyleyeyim: hiç mesafe alınmadı. Devlet’in sivil toplumu desteklemesi sözkonusu değil. Tam tersi Devlet, sivil topluma kendisine fon yaratacak gönüllü kurumlar olarak bakmaya devam ediyor. Olması gerekenin tam tersi bir durum sözkonusu.
Kulca : Evet tam tersinden bakıyoruz ama aslında olması gereken; Avrupa’da ki gibi veya diğer ülkelerde ki gibi, Devlet’in ciddi anlamda bizim gibi sivil toplum kuruluşlarına proje bazında destek vererek, denetleyecek. O zaman gerçekten de 100 liraya yaptırılacak şeyi bizim gibi sivil toplum kuruluşları kanalıyla 50 liraya yaptıracak. Hem bunun önünü açmış olacak, hem de sivil toplum kuruluşlarına belli sorumlulukları taşıtmış olacak. Bunun halk dilindeki açılımıyla; hizmeti satın almış olacak. Gönüllü insanlardan profesyonel anlamda hizmet satın alacak. Bu da yapıyı değiştirecek. İşin içine yarı profesyonellik ve yarı gönüllülük gireceği için başarı şansının daha fazla olacağını görüyorum. Neden? Bu tür risk alanındaki çocukların ve gençlere baktığınız zaman; ilgi istiyorlar, sevgi istiyorlar, emek istiyorlar. Çocuk Esirgeme Kurumu yapısında gönüllülük geliştirilemediği için, daha çok profesyonellik işin içinde olduğu için başarı şansının çok düşük olduğunu görüyoruz.
Polat : Hem sivil toplumla - gönüllülerle - kaynaşamama problemi var hem de sosyal hizmet uzmanı sayısı yetersiz. Düşük potansiyelle, düşük kapasiteyle çalışmaya rağmen gönüllülerle işbirliği geliştirememe problemi var. Ayrıca, Kurum çok geniş bir alanda çalışıyor. Bunun yanısıra bir de koğuş sistemi var. Çocuklar, aile düzenine aykırı olarak, topluca büyük yerlerde barındırılıyor. Verilen hizmetin dünyada benimsenmiş standartlardan daha düşük olma problemi de mevcut.
Kulca : Oniki yıl Çocuk Esirgeme Kurumu’nda kalan birisi olarak, Kurum’u 1969’dan beri yakından takip ediyorum. Problemler var. Gerçi fiziki şartların değiştiğini görüyoruz. Boya, badana, yatakların durumu gibi fiziki şartlarda iyileşme var. Artık o eski tip soğuk odaların olmadığını görüyoruz ama değişmeyen başka bir şey var: koşullar değişmedi. Personel sayısı gittikçe azaltıldı, uzmanlık alanlarında bir dengesizlik sözkonusu. Bu çocuklarla; pedagog, psikolog, psikiyatrist ve sosyal hizmet uzmanlarının birlikte çalışması gerekiyor.
Polat : Meslek elemanı sıkıntısı da yaşıyoruz değil mi?
Kulca : Kesinlikle. Öğretmen sayısında çok düşüklük var. Çocukların okul performanslarına baktığımız zaman başarının çok düşük olduğunu görüyoruz. Branş öğretmenlerinde çok yetersizlik var. Oysaki Çocuk Esirgeme Kurumu şu anda 20.000 çocuğuyla Türkiye’nin en büyük ailesi ve öğretmen açığını kapatamadı. Branş öğretmenlerinin önü birtürlü açılamadı. Çocuklar matematik, İngilizce, sosyal bilgiler, Türkçe gibi ana derslerde çok başarısız. Bu, okuldan sonra çocuğun derslerini devam ettirecek, derslerine yardımcı olacak insanların yetersizliğinden kaynaklanıyor. Başarısızlığın nedenlerinden bir tanesi yanlış kadrolaşma. İkincisi de; bugüne kadar gördüğüm her iktidar değişikliğinde Kurum’da tepeden tırnağa herkes değişiyor. Bunu her iktidar döneminde söylüyorum; “Belki genel müdür değişebilir, daire başkanları, il müdürleri değişebilir, onların yardımcıları değişebilir ama çocuklarla birebir çalışan, birebir oynayan, onların annesi, babası, ağabeyi, ablası yerine geçen insanlarla çok fazla oynanmaması gerekiyor.” Çocuğun baba, anne, abla, ağabey dediği kişiler değişirse, çocuk kendisine model benimseyemiyor. Yeni yeni insanlar sıklıkla gelip gidiyor. Çocuk Esirgeme Kurumu’nda o insanlara ısınmamız kolay olmuyordu. Birisine anne demek, baba demek öyle kolay değil, ağabey, abla demek kolay değil. Ben Çocuk Esirgeme Kurumu’nda kaldığım sürede 3 yetiştirme yurdu değiştirdim. Hatırlıyorum da 9-10 tane babam olmuş, annem olmuş, 30-40 tane ablam, ağabeyim olmuş. Sonra benim kişiliğimin düzgün olmasını bekliyor insanlar. Böyle bir şey mümkün değil. O bakımdan ne olursa olsun Çocuk Esirgeme Kurumu’nun özerk bir yapıya kavuşturulması gerekiyor. Herhangi bir siyasinin etkisinde kalmaması gerekiyor. Biz bunu ekonomide başarıyoruz. Ekonomide özellikle özerk yapılar var. Aslında insanla uğraşan bazı kurumları da özerkleştirmemiz gerekiyor. Bunun başında da Çocuk Esirgeme Kurumu geliyor gerçekten.
Polat : Katılıyorum. Kurum yetersiz kapasitesiyle çok işler başarmaya çalışıyor ama bunda başarılı olamıyor. Kapasite yetersizliğinin yanısıra bir de Kurum’dan mutlu olmayıp kaçan çocuklar var. Tıpkı aileden kaçtıkları gibi Kurum’dan da kaçıyorlar. Demek ki verilen hizmet açısından da bir hoşnutsuzluk, dolayısıyla problem var.
Kulca : Hem nitelikli eleman yetiştireceksiniz, bunları sürekli denetim altında tutacaksınız, sık sık hizmet içi eğitimden geçireceksiniz ve çocuklarla, gençlerle uğraşan bu hizmet elemanlarını da ciddi anlamda da takip edeceksiniz, hem de çocukları gerçekten seven, çocuklar için bir şey yapmayı isteyen, bilgisi olan, deneyimi olan insanları bu kurumların başına getireceksiniz. Ancak bu sağlanabilirse başarı artar ve elde edilen değer de katma değer olarak topluma döner.
Maalesef Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan kaçan çocuklarımız var. Kurum’da bir çok olumsuzluklar yaşıyor demek ki çocuk kişilik anlamında. Bu; dediğim gibi, Çocuk Esirgeme Kurumu’nun yapısından kaynaklanan bir durum. Biliyorsunuz günden güne hem destekler azalmış durumda, personel yetersizliği ciddi anlamda mevcut; personel sayısı 10.000’e düşmüş şu anda. Çok düşük maaşla çalışıyorlar. Günün koşullarına baktığınız zaman sadece 20.000 çocukla ilgilenmiyorlar, terk edilmiş, hatta ekonomik yetersizlik çeken yüzlerce, binlerce çocukla uğraşıyorlar. Ailelerle uğraşıyorlar, yaşlılarla uğraşıyorlar.
Polat : Kurum aynı zamanda çocuk dışında farklı alanlara da hizmet veriyor. Bunun dışında çocuklarını “bakamıyorum, besleyemiyorum” diye alıp gelen aileler de var.
Kulca : Kesinlikle. Çocuk Esirgeme Kurumu’nun bu hantal yapısından kurtarılması gerekiyor. Kurum hizmet vermekle yükümlü olduğu farklı alanları ayrı çatılar altında toplamalı ve profesyonelleşmeli. Bu haliyle Türkiye’de ne kadar sorun varsa hepsinin çözümünü Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan bekliyoruz. Hangisini çözecekler? Bu bence yanlış bir bakış açısı. Onlara da haksızlık edildiğini düşünüyorum O bakımdan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun yeniden yapılandırması hemen gündeme gelmeli. Kurum’da çalışanlarla, çocukla ilgili çalışanlarla, Kurum’dan hizmet alan çocuklarla, Kurum’dan yetişmiş gençlerle, akademisyenlerle ve uzmanlarla bir araya gelip günün koşullarına göre Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu nasıl yapılandırılmalıdır diye bir çalışma yapılmalıdır.
Polat : Biraz da Umut Çocukları Derneği’nden bahsedelim. Dernek oldukça iyi işler yapmaya çalışıyor. Ancak, medyayada yansıdığı gibi büyük sıkıntılar yaşıyorsunuz. Bu aslında bütün diğer dernek ve vakıflar için geçerli bir durum. Tabii burada amaca hizmet etmeyen, kermeslerle para toplayıp kenarda tutarak faaliyetsiz oturan sivil toplum kuruluşlarından bahsetmiyoruz. Bahsettiğimiz; sürekli bir şeyler yapmak istiyen, atılımlarda bulunan, projeler üreten, ihtisaslaşan kuruluşlar. Bu faaliyetler kaynak gerektiriyor ve giderek enerjilerini yitiriyorlar, onlar da üretemez hale geliyorlar. Böyle bir ikilem de var. Sokak Çocukları Rehabilitasyon Derneği’nde biz bu sorunu yaşıyoruz. Umut Çocukları Derneği’nde sin de bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz fakat maddi sıkıntılar başlıyor. Başka sıkıntılarda var tabii. Nedir bu rahatsızlıklar?
Kulca : Türkiye’nin yapısına baktığımız zaman Devlet saç ayaklarından birisi. Devlet’in bizim gibi kamu yararına çalışan, ciddi meselelere el atmış dernek ve vakıflara para aktarması gerekiyor.
Polat : Desteklemesi ve önünü açması gerekiyor çünkü bunlar ciddi model oluşturuyorlar.
Kulca : Kesinlikle. Avrupa’da olduğu gibi, proje bazında faaliyetlerin önü açılırsa, bu kuruluşlar Türkiye’nin geleceğinde ciddi anlamda söz sahibi olacaklar.
Kadın sorunları, sokak hayvanları, sokak çocukları, çevre, özürlüler, diğer akla gelebilecek toplumsal sorunların çözümü Türkiye çapında örgütlenmekten geçiyor. Halbuki örgütlenmeyi başaramamışız, kaynak sıkıntısı da olduğunu görüyoruz, Devlet “ben yaparım” zihniyetinde. Bir başka bakış açısından aslında Devlet’in elinde binlerce kamu dernek ve vakıfı var. Devlet tüm imkanlarını bunlara ayırıyor. Şu anda bu gibi dernek ve vakıflara tam tersi bir yeni uygulama başlatıldı. Bakalım ne kadar başarılı olacaklar, ne kadar olmayacaklar. Doğrusu; Devlet, kamu yararına çalışan sivil toplum kuruluşlarına eşit katkılar sağlamalıdır. İkinci ayakta ise yerel yönetimler olmalı. Yurtdışında kaynak aktarmakta merkezin önüne geçmiş yerel yönetimler var. Türkiye’de de yerel yönetimler ciddi çalışan kuruluşlara fon aktarmalı. Yine burada aynı problemle karşılaşıyoruz; bütün yerel yönetimler kendi vakıflarını ve derneklerini kurmuşlar. Şirketleşmişler hatta. Yine “ben yaparım” mantığıyla yola çıkıldığından kaynak bulmada ikinci bacağımızda kopmuş oluyor. Üçüncü bacakta; bizim en önemli bacağımız, özel sektör. Yurtdışında bunu görüyoruz. Sosyal duyarlılık gösteren özel sektör, toplum tarafından ciddi anlamda dikkate alınıyor, saygı görüyor ve gerçekten de takdir ediliyor. Türkiye’de yeni yeni sosyal girişimci sektörler buluyoruz ama bunlarında hangisinin, hangi işadamının arkasına bakarsanız kendi yapılandırdıkları dernek veya vakfı var. Siz müracaat ettiğiniz zaman kibarca “bizim vakfımız var, sosyal sorumluluğumuzu onların aracılığıyla yerine getiriyoruz” diyerek uzaklaştırıyorlar. Yani üçüncü bacağımız da kesik. Üç bacaksız bir şekilde biz çalışmaya devam ediyoruz. O bakımdan bence hem Devlet, hem yerel yönetimler, hem de özel sektör bizim gibi dernekleri diğerlerinden ayırıp, ciddi anlamda maddi-manevi destek olması gerekiyor.
Diğer bir konuda; Türkiye’de yüzlerce değil binlerce eğitim vakfı var. Hiçbirini küçümsemiyorum. Bunlar milyarlarla, trilyonlarla hatta katrilyonlarla oynuyorlar. Faaliyette bulunuyorlar. O zaman bir soru sormak lazım; “Türkiye’de neden hala eğitim sorunu çözülmüyor?” Demek ki vakıf ve derneklerin milyarlarla, trilyonlarla oynaması veya çok fazla olması da bir şey çözmüyor.
Polat : Yurttaş katılımı çok önemli. Hizmeti hep karşıdan beklersen çözüme ulaşamıyorsun. Zaten başarılması gereken sadece Devlet ve sivil toplum kuruluşunun işbirliği yapması değil, yurttaşların da bilinçle bu işbirliğine katılımı gerekiyor. Toplumda birşeyler değişecekse, bu değişim sadece ve sadece yurttaş katılımıyla olacaktır.
Kulca : Kesinlikle, evet. Ben de bunu söylüyorum. Zaten sivil toplum kuruluşlarının görevi farkındalık yaratmak, soruna çözüm önerileri getirmek, uygulamaya katkıda bulunmak, varsa kaynakları aktarmak. Sivil toplum kuruluşlarının tekrardan sorgulanması gerek. Çok ilginç bir örnek vereyim; Danimarka’ya gittiğimizde, Danimarka’da 35-40 milyon örgütlü insan olduğunu öğrendik. Halbuki Danimarka’da 5 milyon insan yaşıyor. Bu nasıl olur diye düşündük, hesaba döktük ve gördük ki her bir Danimarka vatandaşı aynı anda 10, 15, hatta 20 farklı kuruluşa üye. Bu ne demektir? Her 10 kişiden 9’u çevreci, her 10 kişiden 8’i sokak çocukları ile uğraşıyor, her 10 kişiden 7’si silaha karşı. Böylelikle milyonlarca insan desteğine ulaşabiliyorsunuz. Türkiye’nin problemi bu. Toplumsal sorunlar üzerine örgütlenmenin önünü açamamışız. Sendikalar, meslek odaları veyadayanışma dernekleri belli bir kesimi kapsadığı için bu gruba dahil değiller. Onlar ancak kendi üyelerinin çıkarları açısından örgütlenmişler. Türkiye’nin temel sorunları için de sokağa dökülürlerse, birlik, beraberlik oluştururlarsa, o zaman sivil toplum kuruluşu niteliği kazanırlar.
Burada şunu vurgulamakta fayda var. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 15. maddesi çocuklara dernek kurma, örgütlenme hakkı tanınmasını şart koşuyor. Biran evvel bu maddenin harekete geçirilmesi gerekiyor. Örgütlenme bilinç ve becerisi geliştirme küçük yaşta öğrenilmeli. Çocuk yaştan itibaren bunu bir davranış biçimine dönüştüremezsek ileride zaten mümkün değil. Okul, üniversite, askerlik gibi süreleri toplarsak insan 27 yaşına geliyor. Tüm bunların ardından bu yaşa kadar örgütlenmeden habersiz geldiyse artık bir sivil toplum kuruluşuna girerse nasıl faydalı olabilir, düşünmek lazım. O bakımdan Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 15. maddesini işler hale getirmek çok önemli. Birlikte kampanyaya mı dönüştürürüz, ortak bir şey mi yaparız, yapalım ve 23 Nisan Çocuk Bayramı’nda çocuklarımıza hediye edelim. Çocuklara dernek kurmanın önünü açarsak 15-20 yıl sonra çocuklar bu toplumun önünü açacaklardır. Örgütlü toplumun belki aşısını yapacağız, bu bir aşıdır diye düşünüyorum. Bu aşıyı yapmamız gerekiyor ki tutsun ve 15-20 yıl sonra da Türkiye’de ciddi anlamda bir hareketlenme olsun.
Polat : Derneğe gelecek olursak, gelir derken sadece maddi gelirden bahsetmiyoruz. Katkı insan gücü olarakta verilebilir, ancak burada gönüllü insan gücünün de samimi olması ve profesyonel disiplin içinde çalışması bekleniyor.
Kulca : Çok doğru. Sokaklarda yaşayan çocuklar, gençler veya madde bağımlısı olan çocuk ve gençlerle ilgili sorun şu; insanlar korkuyorlar. İnsanlar; “Bize tecavüz mü ederler?”, “Öldürürler mi, keserler mi, biçerler mi?” düşüncesindeler. Sokak çocuklarıyla ilgili çalışan dernekleri tehlikeli yerler olarak görüyorlar. Uzak durmayı tercih ediyorlar. Mücadelenin gerçekten önemli bir mücadele olduğunu anlatamıyoruz. Bir diğer husus ise, gönüllünün çocuk yararına birşeyler üretmektense aslında eğlence peşinde olması.
Polat : Gönüllüler bu işlere sosyal hayatları gibi bakıyorlar yada buna hobici bir yaklaşım diyebiliriz.
Kulca : Kesinlikle. Emek vermek, zaman ayırmak istemiyor. Biraz ayırdığı zamanda da neşelenmek istiyor, huzur bulmak istiyor veya statüden yararlanmak istiyor. Bizim alanımız böyle değil. Bizim alanımız emek isteyen, gerçekten süreklilik isteyen bir konu ve zamana karşı bir yarışı da beraberinde getiriyor.
Haberlere bakıyorsunuz; sokaklarda yaşayan çocuklar ve gençlerle ilgili haberler neredeyse başı çekiyor, her türlü olaylarda ön plana sokak çocukları çıkıyorlar ama haberleri iyice incelediğiniz zaman biraz da böyle zamana yayılan haberlere baktığınız zaman sokaklarda yaşayan çocuk ve gençlerle uzaktan yakından ilgisi olmayan olaylar olduğunu görüyorsunuz. Biraz daha mantıklı yaklaştığınız zaman, haberleri takip ettiğiniz zaman o çocukların yapmadığını görüyorsunuz ama onlara mal edildiğine şahit oluyorsunuz. Örneğin, 1998 yılında anaokulu öğretmeni Serpil Yeşilyurt’la annesinin kaçırılması ve Ümraniye’de tecavüz edilerek öldürülmesi olayı var. Anne zor kurtuldu. Tinerci vahşeti diye manşet atıldı ama tinerci denince akıllara sokaklarda yaşayan çocuklar ve gençler geldiği için 4,5 ay olumsuz anlamda gündemde kaldı bu olay ve hala unutulmuyor. Aradan kaç yıl geçmiş olmasına rağmen herkes olayın sokak çocukları tarafından gerçekleştirildiğini düşünüyor. Halbuki bunların sokaklarda yaşayan çocuk ve gençlerle alakası yok. Bu çocuklar aileleriyle yaşayan, madde bağımlısı gençlerdi. Buna benzer bir çok olay var. Günlük gazeteleri açın, her gün olaylar var zaten. Cinayet var. Her gün olumsuz olay var ama hiç birisi sokak çocukları ve gençlerle alakalı değil. Başka kişilerin yaptığı şeyler. Ama konu sokak çocukları olunca iş değişiyor. Bakmakla yükümlü olduğumuz çocuklara insanlar bağış yapmaktan vazgeçtiler. Arkasından en son S.A.T. Komandosu olayı meydana geldi. Beyoğlu’nda, gene aynı şey oldu. Madde bağımlısı gençler bu olaylada sokak çocuklarını olumsuz anlamda medyaya taşımış oldular. İnsanlar buna karşın desteği; bağışları, emeği, gönüllü çalışmayı, arttıracakları yerde cezalandırma yöntemiyle bu çocuklarla ilgili bütün dernekleri yalnız bıraktılar. O zaman biz de bırakalım, bu çocuklar ne halleri varsa kendileri görsünler, giderekte sayıları artsın, daha çok suça itilsinler. Böyle bir mantık yürütmek mümkün değil.
Polat : Bunun toplumsal bir sorun olduğu kavramından uzaklaşılıp, zarar görülenden uzaklaşma, zarar vereni daha çok dışlama, itme gibi bir mentalite bu ve kimseye faydası yok.
Kulca : Toplum, katil olarak bakıyor bu çocuklara. Bunlar katil, bunlar şerefsiz, bunlar adi, dolayısıyla bu çocuklara verilecek olan desteğin hiçbir anlamı yok diye düşünüyorlar. Ben tam tersini savunuyorum. Diyorum ki; “Ne olursunuz, bunlar bizim çocuklarımız, eğer bu ülkenin geleceği çocuklar ve gençlere bağlıysa bu tür alandaki çocuklar ve gençleri ciddi anlamda korumamız gerekiyor. Kendi güvenliğimiz için, geleceğimiz için, sokaklarda rahat dolaşabilmemiz için, hırsızlıkların, gasp olaylarının, cinayetlerin, aklınıza gelebilecek bir çok olumsuz olayların oluşmaması için. Toplum böyle düşünmeye başladığı zaman ancak biz destek bulabiliriz ve çocuklara sahip çıkabiliriz.
Polat : Her olguda olduğu gibi çocuk yararına yapılanlar aslında çocuklardan çok toplum yararınadır. Yarınlarda sokakta huzur içinde gezmek istiyorsak desteği kesmek yerine arttırmak gerekli. Başka türlü sorun çözülmüyor aksine katlanarak büyüyor. Sorun can güvenliğinin dışına taşmaya başlıyor.
Kulca : Bu söylediğinizde çok haklısınız. Yakın zaman önce gazetelerde bir haber çıktı. Habere göre askere alınan gençler arasında AIDS vakalarına rastlanmıyormuş. Bu hep böyle kalacak diye birşey yok. Sokak çocukları cinsel tacize açık, risk altında yaşayan çocuklar. Yakın gelecekte bir AIDS patlaması olabilir. Bu çocuklar karşımıza AIDS’li olarak çıkabilirler.
Polat : O zamanda bu çocuklar yargılanacak ve toplum tarafından damgalanacaklardır. Ancak, kabahat onlarda değil. Sonuçta onlar çocuklar, yetişkinler tarafından korunmaları gerekiyor. Eğer bu çocuklarla ilgili herhangi bir problem ortaya çıkacak olursa aslında bu sorunun kaynağı bizleriz. Soruna duyarsız kalmakla aslında biz körüklüyoruz.
Kulca : Bu unutulan bir şey. Halen biz diğer ülkelerle karşılaştırıldığında iyi durumdayız.
Polat : Uyuşturucu problemi daha çok yayılmadı, AIDS yok, suç oranları çok düşük, çocuk fahişeliği henüz emeklemede ama bu sorunlar büyük bir hızla artmaya meyilli. Kontrolsüz kalırsa da artacakları aşikar.
Kulca : Rakamlar halen çok düşük olabilir ama çocuk fahişeliğine baktığımızda evlat yerinde olması gereken kız çocuklarımız fuhuş sektöründe kullanılarak hem cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalanma riski taşıyorlar hem de bu hastalıkları yayma potansiyelleri oluyor. İkinci risk olarak çocuk anneler sorunuyla karşılaşabiliriz. Çocuk fuhuşu arttıkça gayri meşru çocukların sayısında da artış olacaktır. Şu an sayıların az olması bizi umutlandırmalı ama insanlar henüz sorunun ne kadar büyüyebileceğinin farkında bile değiller. Var gücümüzle anlatmaya çalışıyoruz. Ben meydanlarda, siz radyoda, artık kim nerede fırsat bulursa insanları uyarmaya çalışıyoruz. Olaya bizim açımızdan bakmaları için çaba sarfediyoruz. Ne yapılabilecekse şimdi yapılabilir. Önleyici faaliyetlere biran evvel yönelmek lazım. İleride, sorun tırmandığı zaman trilyonlar akıtsak faydası olmayacak, önünü alamayacağız. Buradan bir çağrı yapmak istiyorum; herkes henüz sorun dallanıp budaklanmadan destek vermeli. Buna yurttaşlar da dahil olmak üzere aslında tüm sivil toplum kuruluşları çalışmalara acilen başlamalılar. Eğer bir Brezilya olmak istemiyorsak bugünden tedbirler alınmalı. Türkiye’nin halen bir şansı var.
Polat : Ama şansını çok zorlamamalı. Şansına çok güvenmemeli. Buradan yola çıkarak yaklaşık 4 ay önce”0-18 Vurursan Kırılır” sloganıyla Çocuk Hakları İçin Yurttaş Hareketini başlattık. Bu tamamen bilinçlendirme ve destek bulma adına yapılandırılmış bir oluşum. Açık Radyo’daki bu programlarda projenin bilinçlendirme ayağını tamamlayan bir parçası. Aynı şekilde bütün bilgi ve birikimlerimizi kaynak olarak sunduğumuz, bilgiyi paylaştığımız bir web siteside yayına sokuldu. İstedik ki yurttaş katılımı artsın ve çocuk menfaatine toplumsal bir bilinç oluşsun. Daha çok yeni ama katılıma baktığımızda hergün en fazla 30-40 ziyaretçi bulabiliyoruz. Başlangıç için hiç fena değil ama toplumsal sorun dışındaki bambaşka konularda reytingler tavan yapabiliyor. Maalesef insanlarımız her hafta güncellenen bir çocuk hakları sitesini okumaya meyilli değil. Böyle bir bilinci yok. Dedikodu siteleri, fal siteleri ziyaretçi akınına uğruyor. Topluca baktığımızda sokak çocukları büyük bir sorun, alt sorunlara da gebe ama yurttaş duyarlı değil ve siyasi partilerin hiçbirinin programında bu sorunun çözümüne öneriler getirilmemiş durumda. Devlet’in bir politikası yok.
Kulca : Bu arada özellikle şunu belirtmeliyiz; hem Ak Parti Milletvekilleri hem de Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekilleri tarafından iki ay kadar önce TBMM’de Genel Kurul’da sokak çocukları için bir araştırma komisyonu kurulmasına karar verildi. Bu Türkiye’de atılan önemli adımlardan bir tanesi.
Polat : Doğru, katılıyorum. Tabii iyi şeyleri de söylemek lazım, çok karamsar tabloda kalmayalım. Ancak, rehavet içinde kalmamak için aksaklıkları her platformda sık sık hatırlatmak da lazım. Bu hakikaten çok önceleri atılmış olması gereken çok doğru bir adım.
Kulca : Bunu da kabul etmek lazım çünkü; eğer o soruşturmadan, araştırmadan sonra çıkacak olan sonucu elde edebilirsek ve bunu kamuoyuyla da paylaşırsak, bir çok kurum ve kuruluş hem imkan yaratmak zorunda kalacak hem de belki kanunlarda bazı değişiklikler yapmak zorunda kalacak veya takibini yapmış olacağız. O bakımdan teşekkür etmek gerekiyor.
Bunun dışında esas vurgulamak istediğim çok önemli başka bir konu var. Hep 0-18 yaştan bahsediyoruz. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde çocuk bu yaş arasındaki birey olarak tanımlanıyor ama 10 yıldan beri İstanbul sokaklarında veya diğer büyük şehirlerde 18 yaşından büyük, madde bağımlısı, sokakta yaşayan gençler var. Evsiz insanlar var. Kanunlara baktığımız zaman 18 yaş üstüyle ilgili Gençlik Koruma Kanunları yok. Avrupa ülkelerine bakıyorsunuz; 25 yaşına kadar, 27 yaşına kadar kanunlar var. İkinci tehlike de burada yatıyor bence. Çok acil olarak TBMM’den kim bu görevi yapacaksa yapacak; sadece sokak çocuklarıyla ilgili değil tüm gençlerin korunmasıyla ilgili, Gençlik Kanunları çıkartılacak. Kanunun 25 veya 27 yaşına kadar olan gençleri kapsaması önemli. Böylece sokaktaki bu genç arkadaşlarımız da sahiplenilsin, kurtarılsın veya tedavi edilsin, topluma kazandırılsın. Aksi takdirde, gelecekle ilgili hiç umudu olmayan, beklentisi olmayan bu gençlerin bu topluma ne tür zararlar verebileceğini sizlerin, dinleyenlerin takdirine bırakmak istiyorum.
Polat : Çok haklısınız. 0-18 ‘i tartışıyoruz hep ama 18-25 yaş arası genç kuşağı da göz ardı etmiş durumdayız; Devlet de sivil toplum da. Gençlerle ilgili faaliyet gösteren bir dernek hatırlamıyorum.
Kulca : Risk altında ki gençlerle ilgili yok. Tam tersi başarılı olan gençlerle ilgili çalışanlar var. Aslında 18-60 yaş arası yok olmuş durumda. Bu yaşlarda bir sosyal güvenceniz yoksa şans eseri, tesadüfen yaşıyorsunuz.
Polat : Devlet, sivil toplum, yurttaş katılımı konularını konuştuk. Biraz da odağa; sokaktaki çocuklara gelelim. Bu çocuklara en basit ihtiyaçları için bile hizmet verilmesi gerekiyor. Peki, sokak çocuklarıyla ilgili çalışan çok sayıda dernek var mı?
Kulca : Çok ilginçtir, yok maalesef. 12 yıl boyunca birbirinden bağımsız toplam 11-12 dernek kurulmuş Türkiye genelinde. Konuya her kesimin ne kadar az ilgisinin olduğunu gösteren bir durumdur. Eğer Türkiye genelinde sokaklarda yaşayan çocuklar ve gençlerle ilgili sadece 11-12 tane dernek kurulmuşsa ve bunlar da kapanma noktasına gelmişse, çok zor ekonomik koşullarla ve üyelik problemiyle karşı karşıyaysa, vatandaşımızın tekrardan bazı şeyleri gözden geçirmesi gerekiyor.
Polat : Bir görüşe göre; sokak çocukları özgür ruhlu, aileden kopmalarına bir nedenleri olsa bile Kurum bakımını da istemiyorlar, onlar gerçekten istedikleri için sokaktalar. Çocuklara da soracak olursak “özgürlük duygumuz zedeleniyor” diyorlar. Sokağa bağlılıkları oluyor. Bu çocuklarla iç içe bir kişi olarak bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kulca : Sokak çalışmalarında gördük ki çocuklar gerçekten özgürlüğüne düşkün, sokağa alışkanlıkları var, madde bağımlılığı var, sokakta geçim kaynaklarını çok iyi ezberlemişler, sokakta nasıl yaşayacaklarını biliyorlar. Bu çocukların en önemli sorunları barınacak yer ve yiyecek yemek değil. İkna ile ilgili sorunları var. Güven duyma/kazanma, sevgi verme/bulma, ilgi görme, yönlendirilme gibi problemleri var. Tüm bunların çok büyük emeğe dayalı olduğunu söyleyebilirim. Sokakta 3 yıl, 5 yıl yaşayan bir çocuğu siz kalkıp da hemen böyle güzel bir yere götürdüğünüzde, onu da isterseniz altın kafesten yapın, ne yaparsanız yapın gene kalmayacaktır. Sokaktaki alışkanlıkları her zaman ön plana çıkacaktır. Çocuk daha ilk kaçtığında bulunmuş olsa durum çok daha farklı olacaktır.
Polat : Bu çocukların rehabilitasyonu hakikaten çok uzun sürüyor ve başarılı olmakta zorlanılıyor. İşin bir rehabilite etme ve topluma kazandırma boyutu var, bir de daha bu çocuklar sokağa kaçmadan yapılması gerekenler var. Problemi çözeceksek koruyucu önleyici faaliyetlerden ve tedbirlerden de bahsetmek lazım.
Kulca : Türkiye’nin sorunlarından bir tanesi de bu. Sokak çocukları problemine baktığımız zaman hep sonuçlarla uğraştığımızı görüyoruz. Sonuçlarla uğraşmaya devam ettiğimiz sürece kısır döngü yaşamaya devam ediyoruz. Şu anda basın ve medyada görünen şey şu; sokakta çalıştırılan çocukların ajitasyonları, sokakta yaşayan çocuk ve gençlerin ajitasyonları, öldürdüler, vah vah, zavallı, çok kötü koşullarda yaşıyorlar, 23 Nisan geçti, 19 Mayıs geldi gibi haberler yapılıyor. Sorunun nedenlerine inen yok. Sorunun kaynağını köreltmeyle ilgili herhangi bir faaliyet yok. Şu anda Türkiye’de yoksulluk sınırında yaşayan 14 milyon insandan bahsediliyor. Bunun 9 milyonu çocuk. Henüz sokağa gelmemişler ama ailelerinin yanında felaket yaşıyorlar. Bunun önlenmesi için elimizden geleni yapmamız gerekiyor. Ailelerin eğitilmesi, desteklenmesi, güçlendirilmesi, aile arasındaki ilişkinin biraz daha pekiştirilmesi gerekiyor. Oysaki henüz etkin aile destek programları görmüyoruz. Sosyal hizmet anlayışımız kapıya gelenlere yardım etmekle sınırlı maalesef.
Polat : Bugün oldukça karamsar bir tablo çizdik. Gerek devlet, gerek toplum, gerek sivil toplum örgütlerinde aksayan yönleri, bir türlü kazanılamayan yurttaş desteğini anlattık. Sorunlar hakikaten o kadar büyük ki yapılan iyi şeyler de damla gibi denizde kayboluyor. Özellikle vurguladığımız husus ise sokak çocuklarının hepimizin problemi olduğudur. Bu çocuklara itildikleri suçlar nedeniyle tavır alınması yerine topluma kazandırılmaları için destek verilmesi ve daha çok sahip çıkılması gerekiyor dedik. Sokakta güvenli yaşamak istiyorsak buna dikkat etmemiz gerektiğini belirttik. Bir diğer önemli başlıkta, bu çocuklara çok kapsamlı hizmet verilmesi gerekliliğiydi ancak sivil toplum kuruluşlarının yetersiz kaynaklarla mücadele etmesinin de zor olduğunu vurguladık.
Evet, sivil toplum kuruluşlarına maddi-manevi destek verilmesi, her rastladığımızda çocukların eline birkaç kuruş sıkıştırmaktan daha doğru bir davranış olacaktır. Böylece çocuğun sokağa itilmesinin de önü kesilebilecektir. Yusuf Kulca, insanlar size ulaşmak istediklerinde nasıl irtibatlanabilecekler?
Kulca : Eğer bize yardımcı olmak istiyorlarsa, www.umutcocuklari.org.tr ’den ulaşabilirler. Telefonlarımız da 0212 alan kodumuz, 245 67 47 ve 251 25 38.
Bir çağrıda bulunmak istiyorum; lütfen gelin bize güç katın, bizim yanımızda olun, bize destek verin.
Polat : Bu haftaki konuğum Umut Çocukları Derneği Başkanı Yusuf Kulca’ydı. Gerçekten önemli bir konuyu yıllardır bu işin içinde olan birisiyle konuşmak fırsatımız oldu. Kendisine çok teşekkür ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder