Polat : Yine Çocuk Hakları’nın önemli bir konusuyla birlikteyiz. Konuğum Sayın Yard. Doç. Nezih Varol. Kendisi Marmara Üniversitesi ve Sağlık Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi. Aynı zamanda çalışan çocuklarla ilgili çok önemli sivil toplum çalışmaları yapıyor. Hemen hoşgeldiniz deyip konuya giriyorum. Çalışan çocuk kimdir? Önce kavramı tanımlamakla başlayalım.
Varol : Uluslararası kavramlar içerisinde ‘çalışan çocuk’; esnaf ve sanatkarlar yanında yada sanayi iş kolunda çalışan çırak çocuklarla, tarım kesiminde ailesi ile birlikte çalışan veya marjinal iş kollarında çalışan çocuklar olarak ifade ediliyor. “Hangi çocuklar çalışma hayatındadır - kimdir çalışan çocuklar?” bunu sorgulayacak olursak; ülkemizde yasal olarak halen geçerli olan umum-u sıhha kanununa göre oniki yaş üstü çocuklar çalışma hayatına katılabiliyor, iş yasasına göre ise onbeş yaşın altında ki çocuklar çalışma hayatında yer alamıyor. Ancak, sekiz yıllık kesintisiz temel eğitim nedeni ile umum-u sıhha kanununun oniki yaş sınırı ister istemez onbeşe çıkmış oldu. Bu çok olumlu bir gelişme olmuştur. İlköğretimi bitirmeden çocuklar çalışma hayatında olamayacağı için ondört yaşı bitirip onbeş yaşından gün alan çocuk ancak çalışma hayatında olabiliyor. O halde ülkemizde çalışan çocuk dediğimizde yasal olarak 15-18 yaş arasında ki çocuklarımızı düşünmemiz gerekiyor. Onbeş yaşın altında olupta çalışma hayatında olan çocukları ise istismar edilen çocuklar olarak, sömürülen çocuklar olarak ele almakta yarar var.
Polat : Demek ki bir yasal boyutta çalışan çocuklarımız var bir de yasal olmayan boyutta çalışan çocuklarımız var. Yasal boyutta çalışan çocuklara baktığımızda Çocuk Hakları Sözleşmesi ile bir çelişki ortaya çıkıyor. Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre 0-18 yaş arasındaki her birey çocuk kabul ediliyor ve çocuklara çocukluklarını yaşama; okula gitme, oyun oynama, kendini geliştirme, sosyal ve kültürel etkinliklere katılma, hakkı tanınıyor. Bu durumda çocuk yaşında çocuğun çalışması çocukluk kavramına aykırı. Ama biz kanunlarımızda çocuğa 15 yaşından sonra çalışma izni vererek, ailelerin çocuklarını çalıştırmalarının ve dolayısıyla çocuktan menfaat elde etmelerinin kapısını açmışız. Bu sizce doğru mu? Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne imza atmışken yasalarımız neden böyle bir şeye izin veriyor?
Varol : Öncelikle “çocukların çalıştırılması doğru mu?” diye sorduğunuzda bir baba olarak, bir tıp adamı olarak ben buna; “Hayır, doğru değildir.” derim. Ancak, olayın sosyolojik ve ekonomik boyutlarına baktığımız zaman kabul edilebilir yanlarını görüyorsunuz. Tabii yasal çerçevede ve iyi niyetli bakışımız gerçekten mevcutsa bu kabul edilebilir. Ülke gerçeklerimizdeyse çocuğun çalışması kabul edilebilir bir olgu olarak değerlendirilemiyor. Şöyle ki; çalışma hayatında olan çocuklar 3308 sayılı çıraklık ve mesleki eğitim kanununa göre çalışma hayatında olabiliyor ve buarada öğrenci statüsünde sayılıyorlar. Öyle olunca bu çocuklar karşımıza çalışma hayatında olan çocuklar olarak değil de çıraklık eğitimine giden öğrenci statüsündeki çocuklar olarak çıkıyor. Geleceğin esnafı ve işvereni olmak üzere bir ara insan gücü olarak eğitim alan ama aynı zamanda da çalışma hayatında varolan çocukların sağlık, eğitim ve rehberlik hizmetlerinin kontrollü olarak yapılması gerekiyor. Ama Türkiye gerçeğine baktığımız zaman bunun böyle olmadığını görüyoruz. O bakımdan yasal boyutuyla gerçek birbirini tutmayınca bizim sözlerimiz bazen çelişki gibi kalabiliyor. Tekrar söyleyeyim; bir baba olarak hiçbir zaman 18 yaşın altında ki bir çocuğun çalışma hayatında olmasını istemem. Bir hekim olarak, henüz daha ergenliğini yaşamamış, henüz daha fiziksel ve zihinsel olgunluğa erişmemiş, henüz daha duygusal anlamda kendisinin tam olarak farkında olmamış bir çocuğun çalışma hayatında birçok sağlık risklerine maruz kalmasını, birçok iş risklerine maruz kalmasını kabul etmemiz mümkün değil. Ama eğer bu çocukları öğrenci statüsünde göreceksek, çırak olarak yetiştireceksek; bildiğiniz gibi 58 ilde 211 çıraklık eğitim merkezi 22 meslek dalında eğitim yapmaktadır, buralarda örneğin bir berber, bir kuaför, bir terzi, bir motor ustası yetiştirmek üzere bir kaportacı, bir tesviyeci, bir tornacı olarak da bu çocuklarımız bu okullarda öğrenci statüsünde kaldığı müddetçe, sanayide de çalışma koşulları kontrol altında tutulduğu müddetçe, çocuğun çalışmasına hoşgörülü yaklaşılabilinir. Hoşgörülü yaklaşım için bu çocukların öğrenci statüsünü mutlaka herkesin kabul etmesiyle olur.
Polat : Çıraklık aynı zamanda bir öğrenim olduğu için çalışan çocuk konseptini bir yere kadar kabul etmek mümkün. Çıraklık mesleki bir eğitim olarak herkes tarafından kabul edildiği takdirde bir problem yok. Çıraklık kavramını biraz açalım. Çıraklık ne demektir?
Varol : Çıraklık bizde Osmanlı’dan gelen gelenekselleşmiş bir kavramdır. Eskiden ahilik denilen meslek bilgi ve tecrübesine sahip bir kişi mesleğini, sanatını küçükten itibaren çocuklara vererek, onları eğiterek yetiştiriyor, çocuğun sanatı icra etmesini sağlıyor. Çocuğa yaşamını temin edebileceği bir meslek kazandırıyor. Örneğin; bir demirci, demiri dövmeyi o küçücük çocuğa küçük yaştan öğreterekten büyütüyor. Çok eski zamanlardan beri bu sistem mevcut. Kılıç kullanmayı öğretmekten başlayan sonrasında gelişen bir çok sanat kollarında örneğin çinicilikte, mobilyacılıkta, oyma işçiliğinde çocukların eğitilmesiyle devam etmiş bir süreç. Bunlar resim derslerinde gördüğümüz sanatsal olguları küçük yaşta çocuklara öğretmek suretiyle geleceğe mesleği taşımak anlamında yapılıyordu Ustaların yanında yetişen çocuklara çırak deniyordu. Bir çoğumuz küçükken annemiz, babamız tarafından “çırak ol haydi bakalım, birazcık hayatı tanı” diye çeşitli iş kollarına atılmışızdır. Kendimden örnek verecek olursam, orta ikinci sınıftan üçe geçtiğim yaz tıbba merakım olduğu için bir eczacı yanında çalışmama izin verilirdi. Ücretimi ödeyen kendi ailem olurdu. Ailem bunu sosyalleşeyim ve hayatı tanıyayım diye teşvik ederdi. Tabii bu emeğimin sömürülmediği, bedensel anlamda beni zorlamayan bir çalışma ortamıydı. Eskiden; “çırak ol, hayatı tanı, adam ol” denirdi. Günümüzde ‘çırak çocuk’ genç işçi kavramı içerisine giriyor. Yani 15-18 yaş grubunda ki genç, işçi kavramına giriyor. Sigortası devlet tarafından karşılanıyor. Öylesine bir güvence var ki burada, yasal anlamda sigortasını devlet ödediği için devletin güvencesi altında sosyal güvenceye sahip oluyorlar ki şimdi yeni çıkan yasa taslaklarına baktığımız zaman 19-20 yaşına hatta askere gidene kadar da bu çocukların korunma altına alınması düşünülüyor. Çıraklık eğitimine devam edebilmek için ilköğretimi bitirme şartı aranıyor. Meslek liselerinde okuyan çocuklar ise yine çırak olmak zorundalar. Çıraklık belgesi alınmadan kendilerine iş açabilmeleri mümkün değil. Bu sebeple ondokuz yaşından gün almadan çıraklık eğitimine başlayabiliyor çocuklar. Buna göre onsekiz yaşında çıraklık eğitimine kaydolduğunda bir genç yirmibir yaşına kadar eğitimde kalıyor ve okulda okuduğu süre içerisinde sosyal güvencesi devlet tarafından karşılanıyor. Bu bizim bakış açımızla, iyi niyetli yaklaşımımızla çok olumlu bir düzenlemedir. Çocuklar böylelikle sağlık, eğitim ve rehberlik hizmetleri açısından sosyal devletten alması gereken bazı yasal hakları ancak bu şekilde alabiliyor.
Polat : Çıraklık aslında bir yandan eğitimin sürdürüldüğü ama meslek hayatına da bir geçişin olduğu bir dönemdir diyebiliriz. Çocuk istismar yaşamaktan çok eğitimin farklı bir boyutuna başlangıç yapmış oluyor. Bu iyi. Peki bu 211 çıraklık eğitim merkezlerinin temel amacı nedir?
Varol : Temel amaç; 22 farklı meslek dalında geleceğin esnafını, ara insan gücünü yetiştirmek.
Polat : Çıraklık okuluna giden çocukların eğitimleri, düz okullardaki eğitimlerden farklı mı yoksa meslek eğitiminin yanında diğer dersleri de alıyorlar mı?
Varol : Biraz farklılıklar var. Bir kere kendi iş koluyla ilgili olan ana dallarda ağırlıklı eğitim yapılıyor. Bunun yanısıra kültür dersleri de var. Ayrıca, çıraklık eğitimine giden bir çocuk aynı zamanda açık liseye de kayıt olabiliyor, lise hakkını devam ettirebiliyor yada çocuk çıraklık eğitimini bitirip belgesini aldıktan sonra aradaki fark derslerini vermek suretiyle meslek lisesi mezunu da sayılıp üniversiteye devam edebiliyor. Yani çıraklık eğitiminin bu anlamda çok büyük bir fırsat olduğunu burada tekrar vurgulamak istiyorum.
Çalışma hayatına atılan bir çocuğun vergi dilimi içerisinde Türkiye ekonomisine bir katkı sağladığını düşündüğümüzde, yetişkinlerin bu çocuklara bir vefa borcu olduğu düşüncesindeyiz. Yaklaşımımız hep budur. Bu sebeple çalışan çocuklarla ilgili olan bütün yasal düzenlemelerin daha da iyileştirilmesi için çaba sarf ediyoruz. Bu tarz olumlu gelişmeler bizim için çok anlamlı oluyor. Çıraklık eğitimine giden bir çocuğun ileride üniversite mezunu da olabileceğini gözardı etmememiz gerekiyor. Bu pozitif olarak adlandıracağımız bir düzenlemedir.
Polat : Çıraklığın yasal olduğunu ve iyi niyetle yaklaşıldığında çocuğun geleceğini olumlu yönde etkileyeceğini, düzenlemelerinde olumlu olduğunu söyledik. Bir de yasal olmayan sektör var ki burada hakikaten çocuklar açısından büyük bir sorun yaşanıyor. Sokaklarda çalışan çocuklar göçün en büyük olumsuz sonuçlarından biri. Bu çocuklara sık sık hepimiz günlük hayatımızda rastlıyoruz. Sokakta çalışan/çalıştırılan çocuklarla ilgili tablo nedir? Problemler nedir?
Varol : Belirttiğiniz gibi asıl problem sokakta çalışan çocuklarda yaşanıyor. Türkiye gerçeği maalesef bu. Acilen el atmamız gereken bir konu. Sokakta çalışan çocukları çıraklık eğitimlerine dahil etmemiz gerekiyor. Çıraklık eğitimlerinin olumlu yanlarından sokakta çalışan çocukların da menfaat bulmalarını temin etmemiz gerekiyor. Böyle yaklaşımlara ve uygulamalara ihtiyaç var. Ülkemizde iş gücü ile ilgili kayıtlara baktığımızda çocuk yaşlarda %19’luk bir sivil nüfus görüyoruz. Bu %19’luk çocuk yaş grubu içerisindeki çocukların %88’i okula gidiyor. Ama okula gidiyor olması çocuğun çalışma hayatından uzaklaştığı anlamına gelmiyor. Birçok çocuk hem okula gidiyor hem çalışıyor. Sokakta çalışıyor, ev işlerinde çalışıyor yada diğer ekonomik işlerde çalışıyor. Yasal anlamda ise bu çocuklar okula gidiyor olarak değerlendiriliyor. Sadece geride kalan %12’lik okula gitmeyen kesim çalışıyormuş gibi gözüküyor. Oysaki ekonomik işlerde çalışan çocuk oranını biz %31,8 olarak görüyoruz. Bu oran şu anlama geliyor; her 10 çocuktan 3’ü çalışıyor yada her 3 çocuktan 1’i çalışma hayatında.
Polat : Oldukça yüksek bir oran.
Varol : Çok yüksek korkunç bir sayıdır bu. Çalışma hayatında her türlü yer alan çocuklarla ilgili çok fazla iş yapmamız gerektiğini gösteriyor. Devlet olarak, sivil toplum kuruluşları olarak, hekimler olarak, medya olarak herkese büyük görev düştüğünü gösteriyor. %31,8 olan çocuk iş gücünün %4,2’sinin ekonomik işlerde olduğunu görüyoruz. Geri kalan %27,6’sını ev işlerinde görüyoruz. Ev işlerinde ki çocuklar ya ailesi ile beraber çalışan ya da kayıt dışı çalışan çocuklardır. Kayıt dışı çalıştırılan çocuk her türlü istismara açıktır.
Polat : Sokakta çalıştırılan çocuk dışında ‘evde çalıştırılan çocuk’ diye başka bir grup daha var ki bunlar risk altındalar.
Varol : Bu çocuklarımız cinsel ve fiziksel istismara maruz kalabiliyorlar, gelişme çağında ki çocukların hiç tespit edemediğimiz o duygusal istismarına maruz kalıyorlar. İstismarın çocukların içinde yarattığı duygular yetişkin olduklarında, anne-baba olduklarında daha farklı tepkilerle geri dönüyor. Bu olumsuzlukları farketmek mümkün de olmuyor çoğu zaman. Evde çalışan çocuklara örnek olarak çok basit bir uygulamadan bahsedebiliriz; kapıcının kızını çocuğumuza baksın diye çalıştırıyoruz. Bunun çok örnekleri var. Örneğin; eve getirdiğimiz hizmetçi kadının bir müddet sonra çocuğunu getirip kendisi gibi hizmetçi olarak çalıştırdığını, ev işlerini öğrettiğini görüyoruz. Özellikle kentte böyle büyük bir sektör var. Bu çocuklar risk altındadırlar. Maalesef istismarı görebilmek çok zordur. Adliyeye intikal eden olayların az olması istismarın az yaşandığı anlamından çok istismarın tespit edilemediği, farkedilemediği anlamını taşıyor. Gerçekten çok hazin bir durum var burada.
Ekonomik faaliyetleri tarım, sanayi, ticaret ve hizmet sektörü olarak ayırabiliriz. Devlet İstatistik Enstitüsü’nün geçmiş verileriyle son verileri kıyasladığımızda, sekiz yıllık kesintisiz eğitimle birlikte çalışan çocukların oranında %9’luk göreceli bir azalma görüyoruz. Bu gerçek anlamda bir azalmayı göstermiyor sadece çocukların aynı zamanda okula kayıtlı olduğunu gösteriyor. Bu çocuklar yazın yine tarım işçisi olarak çalışıyorlar; fındık, pamuk topluyor veya ailesinin yanında ekin ekiyor, ürün kaldırıyor. Sanayi alanında çalışan çocukların sayısında %4,9 - %5’lik bir artış görüyoruz. Ticaret sektöründe %2,3’lük ve hizmet sektöründe ise %1,8’lik bir artış görüyoruz. Demek ki çalışma hayatında olan çocuklar sekiz yıllık kesintisiz eğitim nedeniyle çalışma hayatından aslında uzaklaştırılmıyorlar, belirli alanlarda çalışma hayatının içerisinde yoğunlaşıyorlar. Yani tarımdan belki uzaklaşıyorlar ama sanayi ve ticaret alanlarında veya hizmet sektöründe varlar.
Tekrar verilere baktığımız zaman maaşlı olarak çalışan çocukların sayısında artış olduğunu görüyoruz. Çocuğun maaşlı olması SSK’lı olduğunu gösteriyor. Belki çıraklık eğitimine gittiğini gösteriyor. %7,8’lik bir artış bu anlamda sevindirici. Yevmiyeli çalışan çocuklarda da %3,1’lik bir artış olduğunu görüyoruz. Buna karşın kendi hesabına iş veren olabilme olasılığında azalma, ücretsiz aile işçisi olarak çalışma hayatında %10’luk bir azalma farkediliyor. Anne-baba yanında çalışan aile işçilerinin sekiz yıllık kesintisiz eğitimle sanayiye veya diğer hizmet sektörlerine kaydığını görüyoruz.
Polat : Çocukların çalışırken sigortalı olmaları çok önemli bir güvence. Çıraklıktan bahsettik, sokakta çalışan çocuklardan bahsediyoruz. Bir de evde çalıştırılan çocuklar var dedik. Bu çocuklar hep gözden kaçarlar ama bu çok önemli bu boyut. Çünkü hem kayıtları yok; görünür değiller hem de istismar edilme potansiyelleri çok fazla. Türkiye’de bu olumsuzlukları yaşıyoruz ama herhalde bir şeyler de yapılıyor. Özellikle çalışan çocuklar açısından Çalışma Bakanlığı’nın çalışmaları var, uluslararası örgütlerin çalışmaları var. İlk planda aklıma ILO geliyor. ILO nedir, neler yapar?
Varol : ILO (International Labor Organization), Uluslararası Çalışma Örgütü olarak tercüme edilmekle birlikte bizim literatürümüze de İngilizce kelimelerin baş harflerinin alınarak kısaltılmasıyla ‘ILO’ olarak yerleşmiştir. Uluslararası Çalışma Örgütü çocuk işçiliğinin dünyadaki sorunlarını, dünyadaki boyutunu farkettiği zaman 1990’lı yıllarda bir proje ile Çocuk Emeğini Sonlandırma Projesini başlatmış. Buna IPG projesi diyoruz. İlk dönemde Almanya 1 milyon mark bağışta bulunarak öncülük etmiş ve dünyadan ilk başta dokuz ülke bu projeden yararlanmak için başvuruda bulunmuş. Başvuran ülkelerden bir tanesi de Türkiye. Hindistan gibi, Brezilya gibi diğer gelişmekte olan ülkelerle beraber Türkiye’de çocuk işçiliğinin önlenmesi anlamında başvuruda bulunuyor. Avrupa Birliği’ne geçişte çocuk işçiliğinin olmaması çok çok önemli. Yasalarımızı uygulanabilir hale getirebilmek için, belirli projelerle konuyla ilgili toplumda duyarlılık yaratabilmek için ekonomik yetersizliğimiz nedeniyle dış desteğe ihtiyacımız olmuş ve IPG projesinden faydalanmak bu anlamda çok olumlu olmuştur.
Polat : IPG projesi çocuk işçiliğinin sonlandırılmasını amaçlayan ve Türkiye’de de uygulanan uluslararası bir proje. Proje çerçevesinde neler gerçekleştirilmiş ve bu proje ile ne gibi ilerlemeler kaydedilmiştir?
Varol : 90’lı yıllarda Çalışma Bakanlığı doğal olarak hükümet kanadını teşkil ediyor ve birçok sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, kamu kuruluşları bu projeden yararlanıyorlar, projeler üretiyorlar. Bunlardan bir tanesi benim de içinde olduğum; FİŞEK Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfıdır. FİŞEK Enstitüsü olarak o dönemlerde Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkez Vakfı’nı kurarak özellikle sanayide çalışan çırak çocuklara sağlık hizmetlerini vermekle mükellef bir ortak sağlık birimi oluşturduk. 50’den az işçi çalıştıran işletmelerin ortak sağlık birimi içerisinde işyeri hekimliği hizmetlerini üstlendik. İşverenlerin küçük de olsa katkılarıyla kurumsal hale dönüştürülen ve bundan dolayı da çırağa ücretsiz olarak hizmet verilen bir modeldir bu. 1996 yılında HABITAT’ın Özel Cumhurbaşkanlığı Ödülünü alan çok güzel bir çalışmadır bu. Bunun yanında Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Odası TESK, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DESK, HAK-İŞ ve TİSK gibi kuruluşlar yani Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu gibi büyük konfederasyonlarla beraber birçok sivil toplum kuruluşları da bunların içerisinde yer almış ve herkes kendi çapında bölgesel modeller geliştirmek suretiyle çocuk emeğini sonlandırmaya yönelik olarak yıllardır süren ve hala devam eden projeler üretmektedirler. Günümüzde Çalışma Bakanlığı’nın çatısı altında bu projeler toplanıyor ve Çalışma Bakanlığı bunu toplumdaki örnek modeller içerisinde işletiyor. Örneğin 99 Marmara depremi sonrasında ekonomik güçsüzlükler nedeniyle bir anda çok fazla çalışan çocuk ortaya çıktığı için; çocukların aynı zamanda marjinal kesimlerde ve resmi olmayan kesimlerde çalıştığını görünce, Yalova ve Düzce’de sizlerinde içinde olduğunuz bir proje başlatıldı. Gerçekten bu bağlamda ILO gerekli yatırımları yapmıştır ve Devlet’te bu yatırımlardan yararlanarak çalışmaları başlatmıştır.
Polat : Özetleyecek olursak; IPG model proje olarak aslında oldukça güzel bir başlangıç sağladı. Gerek Devlet gerekse sivil toplum kuruluşlarının çok başarılı çalışmaları var. Sizin gerçekleştirdiğiniz bir proje de var ve bu projeyi ben bölgesel çözümler üretiyor olması nedeniyle çok takdir ediyorum. Bölgesel olarak çözüm üretilmesinin Türkiye’nin çıkışı olduğunu düşünüyorum. Bölgesel çalışmalarda çok daha fazla sayıda çözüm önerileri geliştirilebiliyor ve bunlar uygulandığında daha etkin oluyorlar. Biraz sizin bu projenizden bahsedelim.
Varol : Projeyi aktarmadan önce mutlaka söylenmesi gereken bir husus var; IPG projesi Türkiye’de çocuk işçiliğinin sonlandırılması anlamında gerçekten önemli ama bizim yasalarımız da çok da yetersiz değildi. Çıraklık ve meslek eğitim kanunu 1986 yılında çıkarılmıştır.
Polat : Çocuk Hakları Sözleşmesi’nden bile önce. Hep değindiğimiz bir konu bu; yasal düzenlemelerin yapılmış olması yetmiyor, bunların içselleştirilmesini ve uygulanır hale getirilmesini takip etmek gerekiyor. Gerçekten kanunlara baktığımız zaman doğru gözüken ve yeterli olan şeyler var ama uygulamada büyük sıkıntılar yaşanıyor.
Varol : Evet. Çocukların çalışma hayatına ara insan olarak bir öğrenci statüsünde katılmasını amaçlayan yasa 1986 da çıkıyor ama tabii bunun alt yapısının en az 10-15 yıl öncesine dayandığını dikkate aldığımızda, Türkiye Cumhuriyeti olarak aslında çocuk hakları için hep doğru şeyler söylüyoruz ama uygulamada birçok nedenlerden dolayı başarılı olamıyoruz. Yasaları hayata geçiremiyoruz.
Bunu şu anlamda söyledim; Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu 1993 yılında IPG projesine müracaat etmiş. “Hep çocuk emeği, çocuk emeği diye duyuyoruz, bu nedir? Biz de bu çalışmanın içerisinde olalım. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu olarak elimizden ne geliyorsa biz de yardımcı olalım.” diyerek yola çıkmışlar. İncelediklerinde çocuk işçiliğinin aslında büyük iş kollarında olmadığını görüyorlar. Çocukların genelde küçük ve orta büyüklükteki işletmelerde yada resmi olmayan kesimde çalıştıklarını tespit etmişler. Burada parantez içerisinde şu bilgiyi de aktaralım; ülkemizde ciddi büyük işletmelerin sayısı % 3’tür. Var olan kayıtlı işletmelerin içerisinde %3’tür. Büyük ciddi işletmelerden kastımız nedir? Belki bazı kişiler bu cümlelerimden yanlış anlayabilirler ve sözlerim amacın dışına taştıysa kendilerinden özür diliyorum, burada ifade etmek istediğim şey 50’den fazla işçi çalıştıran işletmelerdir. Küçük ve orta büyüklükteki işletmeler de çok ciddi, çok önemlidirler elbette. 50’den fazla işçi çalıştıran işletmelerin oranı %3 dedik ve burada çalışan işçilerin oranı da %49’dur. Bu ne anlama geliyor? 50’den fazla işçi çalıştıran işletmelerde işyeri hekimi bulundurma zorunluluğunda olduğu için toplam işçiler içerisinde %49 oranında işçi işyerinde bir hekimin gözetiminde çalıştırılıyor ve bunlar sağlık hizmeti alabiliyorlar. Geri kalan %97 oranında işyerinde çalışan %51,2’lik işçi kesimi ise işyeri riskinin hesap edilmesinden dolayı ortaya çıkabilecek problemleri anında çözebilecek hekimlerle kontrollü çalışma şansına sahip değil.
Polat : Tıp hizmeti denince akla hemen hastalığın tedavisi geliyor. Halbuki bir de hastalıktan korunma var. Koruyucu hekimliğin oluşturulması lazım.
Varol : Çok doğru. Önleyici sağlık hizmeti verilmesi gereklidir. Verilerin ışığında TİSK bu hekim hizmeti sağlayan %3 oranındaki işletmelerden kurulmuş. Diğer taraftan çalışan çocuklar geride kalan işletmelerde çalıştırılıyorlar. TİSK diyor ki; “Bizde çocuk iş gücü görülmüyor. Meslek liselerinden staja gelip günde bir yada iki saat başlarında eğitmenlerle çalışan çocukları biz çalışan çocuk kabul etmiyoruz. Bunlar öğrencidir.” TİSK sonrasında farkediyor ki - bilgilendiriliyor ki - çalışma hayatındaki çocuklar KOBİ’lerde, küçük ve orta büyüklükteki işletmelerde veya resmi olmayan kesimde yoğunlaşmış. Bu tespit ile 94 yılında TİSK, kendi bünyesindeki işverenlere duyarlılık kazandırmak ve bunlardan katkı bulmak üzere iki proje gerçekleştiriyor. Bunlar konferanslar, paneller, kitap çıkartmak şekliyle bir duyarlılık kazandırmaya yönelik atılmış adımlardır.
Polat : Gerçekten bu tip sosyal problemlerin çözümü isteniyorsa ilk konu insanları, ilgili kişileri konu hakkında bilgilendirmek. Bilgilenildiği zaman ancak duyarlılık oluşuyor. Duyarlılık oluştuğu zaman problemin çözümü için biz de bir şeyler yapmalıyız inancıyla bir çözüm üretilme aşamasına geliniyor. TİSK’in bu projeleriyle önemli ve doğru bir iş yapılmış. Sonuçlar bugün onu gösteriyor değil mi?
Varol : Evet. Pendik’de ki başarımızın altında da bu yatıyor. Daha sonraki yıllarda eyleme yönelik bir model göstermek istiyorlar. Bunun içinde TİSK’e yakın hangi sektörde çalışan çocuklar var onları araştırıyorlar. Pendik Sanayi Sitesi, İMES, İstanbul İMES ve İkitelli’deki Büyük Organize Sitesi’nde bir araştırma yapıyorlar. Bulgular çocukların oto kaporta vs. gibi metal iş kolunda yoğunlaştığına işaret ediyor. O yıllarda henüz sekiz yıllık kesintisiz eğitim olanağı olmadığı için henüz oniki yaşını bitirmiş, çıraklık eğitimine devam ederek çalışma hayatına katılmış çocuklar olduğunu görüyorlar. Bunun üzerine bu sanayi sitelerinde eyleme yönelik bir model geliştirmek için 98 yılında Marmara Üniversitesi Sağlık Eğitim Fakültesi’ne ve FİŞEK Enstitüsü’ne başvurdular. Burada üniversite, sivil toplum kuruluşu ve Çıraklık Eğitim Merkezi deneyimleri ile TİSK’in yaptığı araştırmalardan çok güzel bir sentez çıktı. Böylece çalışma hayatında ki çocuklara Çalışan Çocuklar Bürosu vasıtasıyla iş ortamında yardım sağlandı.
Yakınlığı nedeni ile ve çok duyarlı olmaları nedeni ile proje ilk Pendik Sanayi Sitesi’nde başlatıldı. Orada bize hemen binalar ayırdılar, yer hazırladılar. 98 yılında sanayide çalışan 15 yaş altındaki çocukların çıraklık eğitimine kayıt olması konusundaki ilk hamlemizi yapmış olduk. İlk tespitlerimizde %27 olan çıraklık eğitimine gitme oranını bir yıl sonra %65’e çıktı. Sonraki yıllarda bu oran %80’lere, %90’lara kadar çıkmaya başladı. Şu anda çalışma hayatında 15 yaş altında çocuk çok nadir görüyoruz. Gördüklerimizi kolundan tutup da atmıyoruz. Belirli birimlerimizde çocuklarla görüşmeler yapılıyor. ‘Neden çalışma hayatındalar’, ‘Okuma zorluğu mu var’, ‘Eğitim alama güçlüğü mü var’, ‘Acaba Rehberlik Eğitim Merkezi’nde kaynaşma programına mı alınması lazım’ gibi bir çok araştırmalar sonrasında gerektiğinde çocuğun ayrıldığı okulun müdürü ile, okul öğretmenleri ile bile görüşerek bu çocukları örgün eğitime yeniden kazandırmak, kontrol altında tutmak ve okulunu bitirdikten sonra da çıraklık eğitimine kayıt ettirmek çabalarımız sürüyor. Çocuğa kendi başka yeteneklerini farkettirip çalışma hayatından uzaklaştırıp okuluna, örgün eğitimine göndermek mümkün oluyor ama eğer çocuğun çalışma hayatına atılması ailenin ekonomik güçsüzlüğünden kaynaklanıyorsa aileye katkı sağlamak gerekiyor. Diğer kesimlerle işbirliği yaparak babaya iş bulmak, anneye gıda malzemeleri yardımlarında bulunmak gibi anlık, geçici katkılarda bulunuluyor. Çocuğun eğitiminden sonra kendisine iş kapasitesini arttıracak yöntemleri gösterme şeklinde ev ziyaretleri yapılıyor ve çocuk resmi çalışma hayatına kazandırılıyor.
Polat : Verilen rakkamlardan Pendik’te başlayan bu pilot projenin başarıya ulaştığını anlıyoruz. Sivil toplum kuruluşlarının en önemli amaçlarından birisi pilot projeler üreterek bunları uygulamak ve böylece geliştirilen sağlıklı modelleri Devlet ve toplumla paylaşmaktır. Model oluştuktan sonra sürekliliği sağlamak zordur ve bunu diğer bölgelerde uygulaması beklenen Devlettir artık. Projeniz üç yıldan beri devam eden sürekliliği olan bir proje.
Peki, belediyelere düşen görevler nedir? Çalışan çocuklar açısından belediyeler ne gibi çalışmalar yapmalı, topluma nasıl katkı sağlamalılar?
Varol : Yerel yönetimler olarak belediyeler çok önemli bir rol üstlenmeli. Hele yeni kamu yönetimi yasa tasarısına baktığımız zaman, bunun yanında birçok diğer konununda belediyelere ve il özel idarelere devredileceğini görüyoruz. Belediyeler kendi mahalli bölgeleri içerisinde ki sanayi sitelerine hakim olan birimlerdir. Mülki Amir konumunda olacak kişilerdir. Bu bağlamda kayıtlar kendilerinde zaten mevcut olduğu için yeni araştırmalara girmeden, var olan kayıtlar üzerinden bu çalışmaları çok güzel yürütebilirler. Çalışan Çocuklar Bürosunu model olarak ortaya koyarken şunu mutlaka vurgulamamız lazım; eğitim, sağlık ve rehberlik hizmetleri modelin üç boyutuna işaret eder. Sağlık için ‘ortak sağlık birimi’ modelini ortaya koyduk. Bu olmadan yani işçi, işveren, aile üçgenini kurmadan bu yapının üzerine bir şey oluşturmak mümkün değildi. O bakımdan çocuğa hizmet verirken işverenine hizmet götürmezseniz kopukluk olur. İşveren de çocuğun aldığı hizmeti görmeli, aynısından yararlanmalı ve ne yapıldığını da bilmelidir. Bu sebeple bulunduğumuz ortamlarda işveren eğitimleri yaparız. İşçi çocuklara verdiğimiz eğitimlerin aynısını işverenlere de veririz. Duyarlılık ve bilgilendirme çalışmalarımızı onlara da uygularız. Bunun dışında aileleri toplar ergenlik eğitimleri veririz. ‘Çocuk nasıl düşünüyor’, ‘Neden çalışma hayatında’, ‘Çalışma hayatından kaynaklanan zararları nasıl tolore ediyor’, ‘Size nasıl yansıtabilir’, ‘Siz bunları fark edip kime ne şekilde başvurmalısınız’ gibi çözüm yollarını da gösteren ergenlik eğitimlerini hem işverene hem aileye veririz. Böylece işçi, işveren, aile üçgenini kurarız. O bakımdan bu Çalışan Çocuklar Bürosu’nun ortak sağlık birimi ortak sağlık merkezlerinin üzerinde yapılanması gerekiyor ki yerel yönetimler bunu zorunlu hale getirebiliyorlar. Aralık 2003’de çıkan işyeri hekimliği yasasında, “50 den az işçi çalıştıran işletmeler ortak sağlık birimi kurabilir, 50’den fazla işçi çalıştıran işletmeler buraya üye olduğunda işyeri hekimi bulundurmak zorunda değildir” denmiştir. Bu da önemli bir yapıdır. Çünkü ortak sağlık biriminin kurumsal olarak kendisini çevirebilir olması buralardan gelen maddi güce dayanır. Onlar da bu ortak sağlık biriminin maliyetini kendi aralarında paylaştıkları için, küçük işletmelere de bu maliyet büyük geldiği için böylesine büyük birkaç tane işletme maliyeti üstlendiğinde çok rahatlıkla ortak sağlık birimi ve Çalışan Çocuklar Bürosu rahatlıkla hizmetlerini yürütür.
Bizim modelimiz böyle yürüyor. Hekim, psikolog, psikolojik rehber danışman ve işyeri hekimi şeklinde hizmetler çok rahatlıkla sürdürülebiliyor ve eğitimler çıraklık eğitim merkezleriyle birlikte yürüyebiliyor. Bu açıdan yerel yönetimlerde belediyelere çok önemli işler düşüyor. Bu modeli bence bütün belediyelere yaymak gerekiyor. Belediyelerin bu işlevleri yerine getirirken resmi olmayan kesimde çalışan çocukların tespitinde de çok önemli bir rolü var. Sözkonusu kanunla belediyelerin icra organı olan zabıtalara görev verilmiştir. Beldenin sağlığı ve sıhhati için korunmaya muhtaç yada kötü muameleye tabi olan çocuklar var ise o çocukları mutlaka bulup İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’ne yada Kaymakamlığa bildirme görevi, sorumluluğu kanunla belediyelere verilmiştir. Bu görevle zabıtaların koruyucu zabıta birimleri oluşturmasının, ihtisaslaşıp koruyucu zabıta haline dönüşmesinin çok büyük önemi var. Çözüm önerilerinden bir tanesi de bence budur.
Polat : Çok teşekkür ederim. Hakikaten çok önemli bir konuyu konuştuk. Çalışan çocuklar Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisi. Ancak, görülüyor ki kayıtlı olarak çalışan çocuklar açısından çok önemli adımlar atılmış, modeller hazırlanmış ve yürütülmüş. Kanunlarda da önemli bir sıkıntı yok. Problem sokakta ve evde çalıştırılan çocuklarda çok daha yoğun. Bu şekilde çalıştırılan çocukların sömürülmelerinin ötesinde bir de işin içine çocukların anne-baba bakımından uzak kaldıkları çalışma süreleri içerisinde başkaları tarafından istismar edilmeleri ihtimali giriyor.
Sayın Nezih Varol, çok başarılı çalışmalarınızın devamını dilerim. Programa katılarak verdiğiniz katkı için çok teşekkür ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder