Polat : Bu hafta Çocuğun Hakları Var programımızda Çocuk Hakları Merkezi üyesi Av. Sunay Hayrioğlu’nu konuk ediyoruz. Değerli konuğumla birlikte çocuk haklarının hukuktaki yerini ve mevzuatla ilgili bazı problemleri konuşacağız. Hemen hemen her toplumsal sorunda sorunun çözümü için alacağınız tedbirler ne kadar iyi tasarlanmış, ne kadar iyi yapılandırılmış olursa olsun; çocuk istismarını örnek olarak alacak olursak istismara uğrayan çocukların tedavileri için merkezler açalım, bireyleri istismara karşı bilinçlendirelim, eğer hukuksal düzenlemeler yetersizse eliniz kolunuz bağlı kalıyor. Her türlü tedbire rağmen maalesef toplumda suçu yok etmek mümkün değil. Dolayısıyla hukuksal mevzuatın iyi yapılandırılmış olması ve suç halinde faillere verilecek cezaların caydırıcı olması gerekiyor. Cezanın anlamı öncelikle caydırıcılık, sonrasında ise islah. Çocuğu haklarından faydalandırmanın temelinde de hukuk yatıyor. Zaten Çocuk Hakları Sözleşmesi de Türkiye’nin taraf olduğu bir hukuksal metin. Sözleşme’yi 1989 yılında imzaladık ama günümüzde hala “bardağın yarısı boş” diyebiliriz. Çocuktan sorumlu Devlet Bakanımız buna “bardağın yarısı dolu” diyecektir. Her durumda şu bir gerçek ki olunması gereken noktada değiliz.
Konuyla ilgili olarak baroların yıllardan beri çok başarılı çalışmalar yapan, özveri ve disiplinle çalışan çocuk hakları merkezleri var. Toplumda bunların faaliyetleri pek bilinmez. Bu merkezleri biraz tanıtalım. İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi’ni bize anlatırmısınız.
Hayrioğlu : İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi, 2253 sayılı Çocuk Haklarının Kuruluş Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra 1988 yılında Çocuk Mahkemeleri Komisyonu olarak kurulmuş. Arkasından da Çocuk Hakları Komisyonu’na dönüşmüş. Çalışmalar devam ettikçe birikimimizi çocuk için daha fazla anlam ifade edecek biçimde, daha verimli kullanabileceğimiz şekilde yeni bir çalışma düzenine ihtiyaç duyduk ve bu ihtiyacın sonucunda 2000 yılında komisyonumuzu merkeze dönüştürdük. Merkezin esas amacı; suça ve istismara maruz kalan çocuklarla sanık çocukların mahkemelerde avukatlığını yapmak. CMUK servisimizce çocuğun temsil edilerek haklarından üst düzey faydalandırılması için avukat görevlendiriliyor. Mağdur çocuklara, hukuki yardım biriminde hizmet-içi eğitimden geçmiş, ihtisaslaşmış gönüllü avukatlar hizmet vermekte. Merkezimizde avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmetleri sabah ve öğleden sonra olmak üzere nöbetçi avukatlar tarafından veriliyor. Günlük nöbet tutuluyor ve bu nöbetler sırasında da her türlü hukuki yardım veriliyor. Bize intikal eden olayların bir kısmı henüz yeni aşamada olaylar olduğu gibi, davası açılmış görülmekte olan davalarla ilgili olaylar da oluyor.
Polat : İstanbul en büyük ilimiz ve burada çocuklara böyle bir hizmet veriliyor. Türkiye geneline baktığımız zaman herhangi bir şehrimizde yine mağdur durumda olan bir çocuk için bu hizmeti verecek Baro Çocuk Merkezi yada Komisyonu var mı? Hizmet Türkiye’de yaygın mı?
Hayrioğlu : Var. Diğer Barolardaki arkadaşlarla biraraya geldiğimiz toplantılarımız oluyor. İstanbul Barosu’nun düzenlediği meslek-içi eğitimlere katılıyor bu arkadaşlarımız. Kendi bünyelerinde de zaman zaman başka nitelikte meslek-içi eğitimler düzenliyorlar. Onlar da yine çocuk komisyonu olarak çalışıyorlar. Zannediyorum Ankara ve İzmir’de merkeze dönüşmüş durumda. Komisyonlarda içlerindeki Baro Yardım Bürolarından kaynaklanan sıkıntılar oluyor, hizmete başvuru sayıları az olduğu için kendilerini geliştirme anlamında kısıtlı kalıyorlar ve merkezleşemiyorlar. Bu anlamda İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi işi en önde götüren merkezlerden biri oluyor.
Polat : Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni farklı uzmanlarla farklı açılardan irdeliyoruz. Çocuk haklarını bir bütün olarak ele alacak olursak hukuksal olarak çocuk hakları nedir? Hukukumuzda çocuk hakları kavramı nasıl yeralmaktadır?
Hayrioğlu : Çocuk hakları nedir dendiğinde bizim mevzuatımız var, bir de uluslararası düzenlemeler var. Uluslararası düzenlemeler açısından baktığımızda elimizdeki en önemli belge Birleşmiş Milletler’in Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesidir. Bu Sözleşme ’95 yılından beri ülkemizde de iç hukuk normunda yürürlüğe girmiştir. Sözleşme’nin düzenlediği genel prensipler itibarıyla sayacak olursak; ayrımcılığın önlenmesi, çocuğun görüşünün alınması, çocuğun yüksek yararı, 18 yaşına kadar herkesin çocuk kabul edilmesi, yaşama ve gelişme hakkı diye kısaca toparlayabiliriz. Bir de Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin uygulanmasına ilişkin Avrupa Sözleşmesi var. Bu da mevzuatımıza girmiş durumda. Avrupa Sözleşmesi’nin uygulamada faydalarını çok görüyoruz. Yargıtay artık kendi içtihatları içerisinde Avrupa Sözleşmesi’ni kabul eder hale gelmiş durumda. İç mevzuatımıza baktığımız zaman ise Türk hukukunda çocuk haklarına dair son derece karmaşık düzenlemeler var. Ülkemizde özel bir ‘çocuk hakları kanunu’ yok. Her kanun içerisinde çocuklara yönelik düzenlemeler var. Farklı kanunların maddeleri arasında çelişkiler olabiliyor.
Polat : İç hukuk normu kavramını biraz açalım. İç hukuk normu ne demek?
Hayrioğlu : İç hukuk normu, tıpkı bizim kendi kanunlarımız gibi hüküm ifade etmek demek. Anayasa’nın 90. maddesi değiştikten sonra artık tüm uluslararası sözleşmeler bir iç hukuk normu haline gelmiştir. Mevcut kanunlarımız aksini söylese dahi uluslararası sözleşmeler uygulamada geçerli olacak.
Polat : Taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler, ulusal kanunlar başka türlü ifade etse bile geçerli sayılıyor. O halde taraf olduğumuz Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin maddeleri çocuk haklarıyla ilgili Türkiye’de yürürlükte olan maddeler.
Hayrioğlu : Evet, böyle diyebiliriz.
Polat : Çocuk haklarıyla ilgili geçerli olan esasların kaynağını Çocuk Hakları Sözleşmesi olarak tespit ettikten sonra Çocuk Hakları Merkezi’ne ne tip başvurular oluyor biraz bunları konuşalım ve bugüne kadar kaç tane başvuru olduğunu öğrenelim.
Hayrioğlu : Çocuk Hakları Merkezi 2002 yılından beri başvuru almakta ve 2002 yılı verilerine baktığımız zaman toplam başvuru sayısı 64. 2003 yılı verilerinde ise toplam başvuru sayısının 237’ye çıkmış olduğunu görüyoruz.
Polat : Merkez’e başvuru sayısında bir artış var. Bunu neye bağlıyorsunuz? Olgu sayısında mı artış oldu yoksa hizmete başvuru bilinci mi gelişti?
Hayrioğlu : Hizmeti duyurmamıza bağlı olarak oldukça iyi oranda bir artış bu. Bunda radyoların, televizyonların ve diğer basının etkisi var. Duyurularda her türlü hukuki yardım ve avukatlık hizmetinin ücretsiz olduğunu üzerine basa basa söylüyoruz. Bu da insanlarda bir gitme eğilimi yaratıyor, başvurma eğilimi yaratıyor. Meslek-içi eğitimden geçmiş arkadaşlarımız da mağdur çocuklara ve ailelerine nasıl yaklaşacakları konusunda bilgili oldukları için bireyler rahatsızlık duymadan başvurabiliyorlar. O yüzden başvuru sayımız artmış. 2004 yılının ilk 6 ayında da 169 başvuru olmuş. Bu demek oluyor ki çalışmalarımız ve yaptıklarımız karşılığını buluyor. Bu da bizi sevindiriyor doğrusu. Merkeze gelen başvuru tiplerine baktığımız da bu konuda tam net rakkamlar yok ama ağırlıklı olarak babalık davaları ve babalık davalarından kaynaklanan kayyum atamaları ağırlıklı olarak karşımıza çıkıyor.
Polat : Babalık davaları derken neyi kastediyoruz? Mağdur çocuklara verilen hizmeti örneklemek açısından bu tip davaların seyri nasıl oluyor?
Hayrioğlu : Babalık davaları derken; gayr-ı meşru çocukların babalarının tanınması ve nüfusa geçirilmesi davalarından bahsediyoruz. Çocuk adına yada anne adına davayı açıyoruz. Dava açtığımız kişinin baba olduğunun tespitini istiyoruz. Tespitte DNA testlerinden faydalanıyoruz. Burada disiplinlerarası bir çalışmadan bahsediyoruz tabii. Çocuk hakları dendiği zaman yalnızca hukuki boyutu yok olayın. Pek çok kurumun birarada çalışmasını gerektiren bir alandan bahsediyoruz. Biz merkez çalışmalarımız sırasında, katıldığımız diğer toplantılarda da her zaman için işbirliği halinde olmamız gerektiğini üzerine basa basa vurguluyoruz. Merkez olarak bugüne kadar yaptığımız işbirlikleri açısından çok fazla da sıkıntı yaşadığımız söylenemez ama diğer kurumlar bakımından Devlet’in kendi kurumları arasında dahi sıkıntılar yaşandığı kulağıma geliyor. Demek ki birşeyleri yaşarken yalnızca toplantılarda değil, insanları çalışma hayatında da görmek gerekir diye düşünüyorum. Biraz daha birbirimize karşı anlayışlı olmalıyız çünkü hepimiz burada çocukları amaç edinmişiz. Çocuk yararına, çocuğun üstün yararını gözeterek hareket ediyoruz. Bu anlamda bu anlayışı yitirmememizi hep diliyorum.
Polat : Çok doğru söylüyorsunuz. Gerçekten çocuk hakları konularına baktığımız zaman sadece hukukçular yada sadece doktorlar, kolluk güçleri, sosyal hizmet uzmanları yada psikologlar yok. Hepsi birlikte çalıştıklarında ancak sonuca ulaşmak mümkün oluyor ve hiçbirinin işi diğerinden daha az değil. Yani ilk tespiti, teşhisi koyan, tedaviyi yapan doktor daha sonrasında olayın tüm ailesel boyutunu inceleyen sosyal hizmet uzmanı, tüm hukuksal prosedürü izleyen hukukçular, çocuk polisi gerçekten çok önemli görev üstleniyorlar ama Türkiye’de takım çalışması hususunda biraz sıkıntı var. Takım çalışmasına alışana kadar herhalde biraz vakit kaybı olacak gibi gözüküyor. Söylediğiniz gibi toplantılarda biraraya gelip “yapalım” demek kolay. Uygulamada olayı herkes kendi etkinlik ve yetkinlik alanı tartışmasına sokunca; “sosyal hizmetler hayır bu bizim vakamız, çocuk polisi hayır bu bizim vakamız, öteki hayır bu bizim vakamız” deyince, sıkıntı yaşanıyor. Bununla ilgili hemen somut bir örnek verelim. Dünyada çocuk istismarı konusunda hizmet veren rehabilitasyon merkezlerinin, konusunda uzman dernekler tarafından kurulmuş, Devlet tarafından denetlenen yapılar olduklarını görüyoruz. İngiltere’de, Amerika’da, Fransa’da hep bu tip yapılanmayı görüyoruz. Devlet hizmet üretmekten çok denetleme görevini üstleniyor. Türkiye’de ise durum farklı. Bizde sivil toplum kuruluşlarının, uzman derneklerin bu tip merkezler açabilme hakları yok. Sadece Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu bu tip merkezler açma yetkisine sahip. Bu tarz uygulama neticesinde geldiğimiz sıkıntılı nokta belli. İstismara maruz kalmış çocuktan, ensest vakalarından bahsediyoruz. Evinden ayrılması gereken çocuktan bahsediyoruz. Peki bu çocuk evinde kalamayacaksa nereye gidecek? Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na. Bu kurumlar koğuş gibi, hangar gibi. Bazıları 40 yataklı ve bazen onlarda bile yer olmuyor. Yer olsa bile hizmette kalite sorunu var. Tabii Türkiye’de sadece bir tek sosyal hizmetler yüksek okulu var. Sadece buradan yetişen yılda 25-30 öğrenciden bahsediyoruz. İkincisi için henüz bir adım atılmış değil. Bu tip sıkıntıların olduğu düzende birlikte çalışma kültürünü çabuk edinmezsek, o sinerjiyi yaratamazsak tabii sonuçları daha problemli olacak.
Çocuk Hakları Merkezi’ne gelen olgulara geri dönecek olursak, istismar olgularıyla karşılaşılıyor mu? Bunlar ne tip istismar olguları oluyor? Yine tabii uygulama açısından bu tip olgular nasıl işlem görüyor? Uygulamada yaşanan problemler var mı?
Hayrioğlu : Bize genellikle 18 yaşından küçük çocuklar geliyor. Cinsel istismar olguları ağırlıkta. Ensest olguları da var. Az önce birlikte çalışmaktan bahsettik, birlikte çalışamamaktan kaynaklanan bir takım sıkıntılarımız oluyor. Cinsel istismar vakalarında özellikle raporlandırmalarda sıkıntılar yaşıyoruz. Rapor alımında gecikmeler olabiliyor. İspat edici belgelere ve şahitlere ulaşmada zorluklar yaşıyoruz. Cinsel istismar aile içinde yaşandığı zaman çocuğun birilerine açılamama sorunu oluyor. Dolayısıyla istismarın ortaya çıkmasında gecikmeler oluyor. Buna bağlı olarak sonradan açtığımız davalar maalesef olumlu bitemiyor, beraatle sonuçlanıyor. Bu beraatlerin arkasından ‘haksız suç isnadı’ davaları geliyor. Yine aynı şekilde aile içerisinde dayağın geleneksel yapımız içerisinde bir terbiye yöntemi olarak seçilmiş olması en büyük sıkıntılarımızdan birisi. Bir de mağdur veya sanık olsun çocuklarla ilgili olarak verilen raporlarda çok daha özenli davranılması gerekirken bu gözden kaçabiliyor. Burada üzerinde durmak istediğim farik-mümeyyizlik raporu diye nitelendirdiğimiz, hukuken tam yetkinlik ve erginlikle ilgili çocuğun tam yetkin ve ergin olduğuna ilişkin raporlar son derece üstün körü diye tabir edeceğim çok kısa bir görüşme sonrasında veriliyor. Halbuki bu çok önemli bir rapor. Adli tıpçılarımızın bunun üzerinde durması bizim özel isteğimiz haline dönüştü ve biz merkez olarak bu alanda bir çalışma yapmayı planlamaktayız.
Polat : Çocuk açısından farik-mümeyyizlik neden önemli? Farik-mümeyyizliğe hangi yaş grubunda bakılıyor?
Hayrioğlu : Farik-mümeyyizliği 15 yaş grubunda bakıyoruz.
Polat : 11 yaşını bitirmiş 16’dan gün almamış çocuklarda yaptığı işin, suçun ve sonuçlarının farkında olup olmadığını yani çocuğun yetkinlik ve olgunluğunu araştırmak gerekiyor. Devlet bu görevi bilirkişi olarak adli tıp uzmanlarına yüklemiş ama Türkiye’de adli tıp uzmanı sayısı yeterli olmadığı için farik-mümeyyizlik raporlamasını sağlık ocaklarındaki hekimler de yapabiliyor. Çocukla görüşme esnasında “bugün ayın kaçı, Cumhurbaşkanı kim?” gibi iki-üç soru soruluyor. Bu doğru bir yaklaşım değil.
Hayrioğlu : Hayır değil. Uygulamada bunun sıkıntısını yaşıyoruz çünkü bu rapor sözkonusu çocuğun alacağı cezayı belirleyecek olan bir rapor. Hakimin takdir hakkını etkileyici olması nedeniyle çok önemli bir rapor.
Polat : Gerçekten farik-mümeyyizlik muayeneleri Türkiye’deki önemli problemlerden bir tanesi. Kanuna göre 11 yaşından küçüklerin zaten ceza ehliyeti yok. 12-15 yaş grubunda olupda suç işlemiş olan çocukların cezalandırılması ise çocuğun farik-mümeyyiz olup olmamasına bağlı. Bilirkişi çocuğun ceza görüp görmemesine karar veriyor. Çocuğun yaşamını derinden etkileyecek böyle bir kararın verilmesinin üstün körü bir muayene ile yapılıyor olması çok vahim bir tablo çiziyor. Bu açıdan Baro’nun bu konuda çalışma başlatması hakikaten çok önemli.
Baro Çocuk Hakları Merkezi’ne gelen olgulardan bahsederken birinci sırada babalık davalarından bahsettik sonra istismar olguları dedik. Bunlardan başka ne gibi olaylar geliyor?
Hayrioğlu : Velayet meselelerine sıklıkla rastlıyoruz. Yine aynı şekilde nüfus kaydının düzeltilmesine, nesebin düzeltilmesine ilişkin istemler geliyor. Başvuru sıklığına baktığımız zaman, boşanmış anne-babalarda çocukla anne veya baba arasında kişisel ilişkinin kurulmasına ilişkin; çocuk annede kalıyorsa babayı nasıl ve ne zamanlarda görebilecek veya tam tersi, davalar çok sık karşımıza çıkıyor. Boşanmış ebeveynlerin çocuklarını görme hakları olduğu gibi çocuğunda hem anne hem de babayla vakit geçirme hakkı var.
Polat : Çok güzel. Çocuğu ilgilendiren oldukça geniş kapsamda; çocuğun mağdur olabileceği her türlü olay grubunda, çocuğa yardımcı ve çocuktan yana tavır koyabilen bir merkez konumundasınız. Peki bu Merkez’e kimler başvuru yapabilir?
Hayrioğlu : Başvurucunun niteliği ne olursa olsun herhangi bir istismara uğramış, ihmale uğramış çocuğa bizim tarafımızdan avukatlık hizmeti sunulmakta. Bu tarz mağduriyetler yaşayan çocuklar veya bu çocuklar adına yetişkinler hergün Merkez’i arayıp hizmet talep edebilirler.
Polat : Merkez’e yapılan başvurularda velayet hakkı için talepte bulunanlar var dedik. Velayet hakkı çok önemli bir kavram çünkü her ne kadar yetişkine verilmiş bir hak olarak görülsede aslında çocuğun korunma, yetişme ve eğitim alma hakkının ebeveynlerce sağlanması olarak toplumda algılanmalı. Biraz velayet hakkından bahsedelim.
Hayrioğlu : Çocuklara bakma ve yetiştirme aile hukukunda eşlerin ortak yükümlülüğü olarak düzenlenmiş. Hatta bu yükümlülük yalnızca kendi çocukları için değil üvey evlatları için de sözkonusu olan bir yükümlülük. Bu yükümlülüğünün kapsamını yasa; çocuğun bakım, gözetim, korunma, eğitim, maddi ve manevi ihtiyaçlarını imkanları dahilinde karşılamak, olarak belirlemiş. Eşlerden birisi bu sorumluluğunu yerine getirmediği zaman diğer eş hakimin müdahalesini isteyebiliyor. Bu Medeni Kanunumuza yeni girmiş bir madde. Hakim durumu değerlendiriyor ve gerekli tedbirleri alıyor.
Polat : Bir örnekle gidelim; anne-baba ve çocuk evde yaşıyorlar, baba çocuğa karşı görevlerini yerine getirmiyor. Bu durumda anne mahkemeye başvurarak gerekli tedbirlerin alınmasını talep edebiliyor. Gerekli tedbirler neler? Hakim ne kararlar verebilir?
Hayrioğlu : Hakim öncelikle annenin bu talebini haklı bulmalı. Haklı bulmuş olması halinde, yine somut duruma bakacak ve önlemlerden hangisi uygunsa o önlemi alacak. Çok vahim olmayan durumlarda, problemin başlangıç safhasında uyarıda bulunma, uzlaştırmaya çalışma gibi önlemler alabilir. Birlikte yaşamaya ara verilmesini sağlayabilir. Birlikte yaşamaya ara vermek evde kimin kalacağı sorununu yaratıyorsa eğer, böyle bir tedbire başvurabilir. Parasal katkının belirlenmesi tedbiri alınabilir. Örneğin; baba çalışıyor ama eve katkı sağlamıyorsa, çocuğun eğitim ve diğer maddi ihtiyaçlarını karşılamıyorsa, babanın maaşının belli bir kısmının aile bütçesine sokulmasına yönelik tedbir kararı verebilir. Yine aynı şekilde bir eşin başkalarından olan alacağını borçlulara emir vererek borcun diğer eşe ödenmesi kararını alabilir. Eşlerden biri tasarruf yetkisini çok kötü kullanıyorsa, tasarruf yetkisinin sınırlandırılmasına da karar verebilir hakim.
Polat : Yetkiler epey geniş tutulmuş. Bu tedbirlerin alınmasında aile mahkemesi mi yetkili?
Hayrioğlu : Evet bunlarda görevli mahkeme aile mahkemeleri.
Polat : Hazır mahkemelerden söz açılmışken çocuk mahkemeleri konusuna da değinelim. Çocuk mahkemeleri her ilde olmak zorunda mı? 1988’de çocuk mahkemeleri kurulsun denmiş ve başlamış. Aradan geçen 16 yıldan sonra bakıyoruz ki Türkiye’de sadece beş ilde; İzmir, Ankara, İstanbul, Trabzon ve Diyarbakır’da çocuk mahkemesi mevcut. Demek ki kağıt üzerinde herşeyi yapalım, edelim, şöyle olmalı diye belirliyoruz ama uygulamaya gelince bunlar konusunda adım atmıyoruz. Bunca senede sadece 5 ilde kurulabilmiş, diğer illerde çocuk mahkemeleri yok.
Hayrioğlu : Uzman mahkeme sıfatını verdiysek eğer çocuk mahkemelerinin biran önce kurulması gerekiyor. Gerçi çocuk mahkemeleri mağdur çocuklardan çok sanık çocukları ilgilendirdiği için çocuk mahkemeleri ile aile mahkemeleri arasında bir bağlantı yok ama çocuk mahkemeleri çocuk hakkında koruma kararının alınmasıyla da görevli.
Polat : Sonuçta çocuk mahkemelerinin çok önemli görevleri var. Çocuklar suç dahi işlemiş olsalar biz bu çocukların suça itildiklerini dolayısıyla aynı zamanda mağdur olduklarını söylüyoruz. Çocuğun suça itilmiş dahi olsa topluma geri kazanımları önemli, mümkün olduğunca örselenmeden yargı aşamasını geçmesi önemli. Bu durumda çocukların uzmanlar eşliğinde yargılanması gerekliliği var. Yargılanma aşamasında pedagog, psikolog, sosyal hizmet uzmanları olmalı ve bunların eşliğinde, raporların eşliğinde karar verilmeli. Uygulamaya baktığımızda ise çocuklar elleri kelepçeli mahkemeye getiriliyorlar, yetişkinlerle aynı ortamda bulunuyorlar ve uzman raporları çocuğa has titizlikle hazırlanmıyor.
Hayrioğlu : Evet. Çocuk mahkemelerinde yargılanmakta olan çocuklar suça itilmiş çocuklar. Suça itilme sebepleri onları mağdur kılmakta. Biz ayrıca bu konuda da bir takım çalışmalar yapıyoruz, istatistiksel veriler var elimizde. Yani aileden kaynaklanan suça yönelme eğilimi var bu çocuklarda ve bunların giderilmesi, rehabilitasyonunun yapılması gerekliliği var. Eğer bu çocuklar suça yönlenmişlerse, tüm toplumun bunda payı var demektir.
Polat : Çok doğru. Bu yüzden www.0-18.org adresinde “0-18 Vurursan Kırılır” Çocuk Hakları İçin Yurttaş Hareketini başlattık. Amacımız toplumu çocuğun hakları konusunda bilinçlendirmek ve uygulamanın takipçisi olmak. Açık Radyo’da gerçekleştirdiğimiz bu program da hedeflerimize yönelik bir çalışmadır. Geçtiğimiz hafta sitemize bir emniyet müdür yardımcısından; “Sanık çocukların hakları nelerdir?” şeklinde bir soru geldi. Gerçekten hangi kimlikte olursa olsun çocuğun hakları var. Sokakta yaşıyorsa da, çalışıyorsa da hakları var, istismara maruz kalan, eğitimde olan, çalışan, engelli olan tüm çocukların sadece çocuk olmaktan kaynaklanan hakları var ayrıca, içinde bulundukları durum nedeniyle de hakları var. 0-18 yaş arasında herkes çocuksa, o yaş arasındaki herkes her konumda haklarını sonuna kadar savunabilecek, yaşayabilecek konumda olmalıdır. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni Taraf Devlet olarak imzalayan tüm ülkeler gibi Türkiye’nin de bunu sağlaması mecburiyettir.
Aile mahkemelerinden ve velayet hakkından bahsediyorduk. Çocuğun bakımının ebeveynlerden biri tarafından ihmal edildiği, gerekli bakımın sağlanmadığı durumda hakim çocuk yararına gerekli tedbirleri alır dedik. Tedbirleri sıraladık. Devam edecek olursak aile mahkemelerinin çocuk yararına başka nasıl görevleri var?
Hayrioğlu : Anne-babanın çocuklarının bedensel, ruhsal, zihinsel, ahlaksal ve sosyal gelişimini sağlamak ve korumak yükümlülüğünü yerine getiremediği durumlarda aile mahkemelerin üzerine düşen görevler var. Bu durumda olan çocuğun korunması sözkonusu. Çocuğun korunması konusunda yasada belirlenmiş üç tane önlem var: koruma önlemleri, çocuğun yerleştirilmesi ve velayetin kaldırılması. Velayetin kaldırılması alınacak önlemler arasında en ağır olanı.
Polat : Velayetin kaldırılması ne demek? Velayetin kaldırılmasını doğuran sebepler neler?
Hayrioğlu : Anne ve babanın çocuk üzerinde velayet hakkı ve yükümlülüğü var. Eğer anne-baba bu yükümlülüğünü yerine getirmiyorsa mahkeme kararıyla çocuk üzerindeki velayet kaldırılıyor ve çocuğa bir vasi atanıyor. Alınanbilecek en ağır tedbir bu. Bu durumda çocuğa atanan vasi çocukla ilgili iş ve işlemleri takip ediyor. Çocuğu korumaya yönelik alınacak tüm tedbir kararları geçici mahiyette. Durumlarda iyileşme olduğu zaman bu kararlar kaldırılabilir.
Velayet görevinin gereği gibi yerine getirilmediğini öngören sebepler ise; anne-babanın deneyimsizliği, anne-babanın hastalığı, anne-babanın özürlü olması, anne-babanın başka yerde olması ve benzeri sebepler olarak yasada yeralmış. Bu koşulların varlığı velayet görevinin gereği gibi yerine getirilmediğini gösteren durumlar. Bu haller varsa artık velayetin anne-babadan alınması gerekiyor. Bugünkü mevcut olan düzenleme gereğince velayetin bir çocuk için kaldırılmış olması ailedeki tüm çocukları ve doğacak olanları da kapsıyor veya kararda buna ilişkin olarak aksine bir hükmün olması gerekiyor.
Polat : Bu çok yerinde bir düzenleme. Eğer anne-baba bir çocukla ilgili yükümlülüklerini yerine getiremiyorsa veya çocuğa zarar verebiliyorsa diğerleride risk altında demektir. Böylece belki henüz zarar görmemiş ancak görme potansiyeli yüksek çocuklarda korunmuş oluyor.
Yasa hakikaten gerekli tedbirlerin alınması için uygun ancak uygulamada bazı aksaklıklar olduğunu biliyoruz. Geçen dönemin Çocuktan Sorumlu Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin gerçekten gerek sokak çocukları konusunda gerekse istismar konularında çok olumlu girişimleri oldu. Kendisiyle birlikte çok çalışmalar yaptık. O dönemde özellikle anne-babası tarafından sokakta çalıştırılan çocuklar açısından anne-babanın çocuk üzerindeki velayet hakkının kaldırılmasıyla ilgili problem yaşanıyordu. Şöyleki, yasada olmasına rağmen uygulamada çocuğun sokakta çalıştırılması nedeniyle anne-babanın velayet hakkı kaldırılmıyordu. Anne-baba çocuğu ticari amaçlı sömürüyordu ve bu çok yaygındı ama mahkemeye intikal eden olgular yoktu. Mahkemelerde velayet hakkının kaldırılması hiç ama hiç gerçekleşmiyordu. İlk defa sokakta çocuklarını çalıştıran babalarla ilgili velayet hakkının kaldırılması yönünde bir kampanya başlatıldı. Hakimlere ve savcılara eğitim verildi. Böylece mevcut kanunun işletilmesi sağlandı. Kanunların iyileştirilmesi, güncelleştirilmesi ve dünya standartlarına uyumlu hale getirilmesi hakikaten önemli. Ancak, mevcut kanunların işletilmemesi kanunun varlığını değersiz hale getiriyor.
Koruma kararları hangi durumlarda alınıyor?
Hayrioğlu : Koruma kararları; anne ve babanın çocuğa karşı yükümlülüğünü yerine getirmediği, çocuğu ağır zarara uğrattığı durumlarda mahkeme kararıyla çocuğun anne-babadan alınarak koruyucu aile yanına veya bir kuruma yerleştirilmesini içeriyor. Fakat uygulamada idari nitelikte koruma kararları da var. Acil durumlarda; ensest olgularda, aşırı yaşamsal tehlikenin yaşandığı fiziksel istismar durumlarında çocuğu ailenin yanında bırakmak tehlikeli oluyor ve valilikten alınacak idari bir kararla çocuk koruma altına alınabiliyor. Sonrasında tabii muhakkak mahkeme kararı alınıyor.
Polat : Koruma kararının alınma sıklığından bahsedecek olursak tabii ki her risk altındaki çocuğumuzun korunmasını sağlamak gerekiyor ama pratikte Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun mevcut yapılarının, kapasitesinin ve hizmet kalitesinin beni korkuttuğunu açıkça ifade etmeliyim. Tüm iyi niyetli çabalara rağmen hakkında korunma kararı alınan çocukların korunma altına alınacakları yerler açısından sıkıntı olduğu bir gerçek. Bu nedenle çocuğun mümkün olduğunca aile içinde kalmasına ve yetiştirilmesine çaba sarfediliyor ve tabii ailelerin bu anlamda desteklenmesi gerekiyor. Demek ki çocuk hakkında koruma kararının alınması için hakikaten titiz bir soruşturma yapılması gerekiyor.
Hayrioğlu : Bu konuda aynen sizin gibi düşünüyorum. Önceliğin her zaman için çocuğun aile yanında aile ile birlikte rehabilitasyonunun sağlanması olduğu fikrindeyim. Hatta mevzuatın değiştirilerek ön kurumlar yapılandırılması gerektiğine inanıyorum. Biz de maalesef ön kurumlar yok. Risk altındaki çocukları ve aileleri önceden tespit edecek bir ön kurum oluşturulmalı. Bu ön kurumda sosyal hizmet uzmanları aile ziyaretleri yaparak incelemelerde bulunmalılar. Risk altında bulunan ailelere gerekli yönlendirilmeler yapılmalı ve aile desteklenmeli. Buna rağmen olay yaşanırsa ancak o zaman çocuk hakkında korunma kararı alınmalı ve çocuk artık en son çare olarak aileden alınıp kuruma yerleştirilmelidir.
Polat : Gerçekten koruma kararı ancak yaşamsal tehlike varsa yada ensest gibi gerçekten çocuğu yıkıcı etkisi olan bir olay yaşanıyorsa alınabilecek bir karar. O zamana kadar direnmek gerekiyor. Tabii koruma kararıyla ilgili önce kurumların düzeltilmesi gerekiyor diye hatırlatalım.
Bu hafta İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi’nden Av. Sunay Hayrioğlu ile söyleştik. Merkez’de çocuk yararına çok değerli hizmetler veriyorlar. Hizmete ulaşım için kendisinden Merkez’in telefon numaralarını alalım. Kendisine katılımı için çok teşekkür ediyorum.
Hayrioğlu : Ben teşekkür ederim. Toplumda çocuğun yararını üstün tutan çocukça yaklaşımlara ağırlık verelim diyerek İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi’nin direkt telefonunu vereyim : 0212-245 65 51 ve İstanbul Barosu’nun telefonu 0212-251 63 25.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder