12 Eylül 2010 Pazar

Çocuk ve Suç, Yard. Doç. NEYLAN ZİYALAR, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü

Polat : Bu haftaki konumuz; Çocuk ve suç. Bu kapsamda; suça itilen çocuklar, suç mağduru çocuklar ve tanık çocukları konuğum İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nden Yar. Doç. Neylan Ziyalar ile konuşacağız. Kendisi bu konuda gerçekten epey zamandan beri çok güzel çalışmalar yapan, uzun bir dönem birlikte keyifli çalışmalar yaptığımız bir arkadaşım. Öncelikle suçlu çocuklarla ilgili konuşmaya başlıyalım ama terminoloji çok muhtelif olmasına karşın ben suçlu çocuk yerine ‘suça itilen çocuk’ demeyi tercih ediyorum.  Buna katılıyor musunuz ve neden?

Ziyalar :  Hiç şüphesiz katılıyorum. Zaten yeni Türk Ceza Kanunu tasarısında ‘suça itilen çocuk’ terimini kullanmaya hassasiyetle dikkat etmiş Meclis Adalet Komisyonu. Çocuğun kendi başına, çevresinin etkisi olmaksızın bir suç içine gireceği yahut bir suç işleyeceği ihtimalinin neredeyse olmadığı savından yola çıkarak, çocuğun suç işlemeye çevre koşulları yada çevresindeki diğer insanlar tarafından yönlendirildiği, itildiği, suç işlemek durumunda bırakıldığı düşüncesiyle ‘suçlu çocuk’ terimindense ‘suça itilmiş çocuk’ terimini kullanmayı tercih ediyoruz.

Polat :  Gerçekten de Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde belirtildiği gibi 0-18 yaş aralığındaki bütün çocukların belli yaş gruplarında; yaşları büyüdükçe ihtiyaç azalmakla birlikte yönlendirilmeye ihtiyaçları var. Çocukların yetişkinlerce nasıl yönlendirildikleriyle nasıl davranışlar sergiledikleri birbirleriyle düz orantılı. Bu açıdan bakıldığında ‘suça itilme’ kavramı gerçekten çok doğru. Bunu sokak çocukları olgularında, istismar sonrası olgularda hatta bullying olarak geçen; Türkçesi’ni tam olarak oturtamadığımız, çocukların birbirleriyle olan çatışmalarında da tespit edebiliyoruz.

Çocuk ve suç dediğimiz zaman hangi alt gruplamalardan bahsediyoruz? Çocuğun suç olgusuyla ilintileri neler?

Ziyalar : Çocuk ve suç dendiğinde sadece suça itilen çocuklar akla gelmemeli. Burada adli mekanizmayla; polisle, mahkemeyle, hakimle, avukatla, bir biçimde karşı karşıya kalmış yada yan yana gelmiş çocukların tümünden bahsedilmektedir. Bunların içinde hem bir suçun faili olan; sanık olan çocuklar var, suçun mağduru olan çocuklar var, bir de suçun tanığı olan çocuklar var. Tabii her şekilde çocuğun suç ile ilintilenmesi kendi içinde çocuk bakımından travmatize edicidir; ancak, özellikle suça karışmış, suçu birfiil işlemiş olan çocuklar en ağır biçimde travmatize olandır. Suçun sonrasında çocuğun karşılaşacağı tüm prosedürler açısından bu çocuk için zorlu bir süreç olur.

Polat : Tabii çocuktan yana tavrı olan kişiler olarak biz konuyu değerlendirirken çocuğun yaptığı eylemin sonrasında yaşadıklarından etkilendiği ve bunun çocuğun tüm yaşamını derinden etkileyeceği açısından bakıyoruz.

Ziyalar : Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde belirtildiği gibi hiç şüphesiz bizim önceliğimiz çocuğun yüksek yararının kollanmasıdır. Bu açıdan suça itilmiş çocuklar en ağır tabloyu oluşturan gruptur. Bununla ilgili Türkiye’de nasıl bir profil karşımıza çıkıyor diye bakacak olursak; 2000 yılında Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan bir suç trendleri analizi var. Burada 66 ülke arasından Türkiye’nin 53. sırada yani oldukça iyi bir noktada olduğunu görüyoruz. Bizim çocuklarımız batı dünyasına kıyasla daha az suç işliyor. Son on yıllık dönemde çocuklar tarafından işlenen suç gruplarına baktığımızda ise, on yıl önce daha az uyuşturucu suçları işlenmişken günümüzde bu suçta bir artış olduğu görülüyor. En dikkati çeken veri bu. Buna mukabil adam öldürme suçlarında on yıl öncesine göre azalma var. Çocukların karıştığı adam öldürme suçları on yıl içerisinde azalmış ancak uyuşturucu maddeye ilişkin suçlar artma göstermiş. Bir başka bulgu ise çocukların karıştığı suçlar açısından her zaman müessir fiil dediğimiz yani kavgaya karışma ve kavgaya sebep olma, yaralama suçları on yıl içinde hep aynı oranda kalmış.

Polat :  Müessir fiil ile öldürme amacı taşımayan ama kişiyi yaralama, zarar verme amacı taşıyan hareketler kastediyor kanun ve çocuklarında öldürme değil ama yaralamaya, acı vermeye yönelik hareketlerinin ikinci sırada yeraldığını söylüyorsunuz. Rakkamlar içerisinde özellikle uyuşturucu suçlarının artıyor olması çok dikkat çekici. Umarım ki; artık toplumda daha konuşulur olduğu gibi yetkililere, akademisyenlere bu bir alarm olur ve ışık tutar. Uyuşturucu sorununa dikkat çektikten sonra biraz çocuk suçu işledikten sonra neler yaşanıyor onu konuşalım. Türkiye’de suç işlemiş çocuklar açısından nasıl bir prosedür işletiliyor?

Ziyalar :  Önce çocuğu bizim kanunlarımızın öngördüğü biçimde yaşlara göre tasnif etmemiz lazım. Oniki yaşından gün almamış;11 yaş ve altı çocuklar işledikleri suç nedeniyle cezalandırılamazlar. Bu yaş grubundaki çocukların kanunlarımıza göre ceza ehliyeti yok. Bu çocuklar hakkında işlem yapılmaz, koğuşturma veya dava açılmaz.

Polat :  Bu yaşlardaki küçük çocuklar eylemi gerçekleştirdiklerinde nelere sebep olacağını bilemezler dolayısıyla kanunda böyle bir düzenleme yapılmış.

Ziyalar : Ülkemizde bu yaş sınırı 11 olmakla birlikte diğer bazı dünya ülkeleriyle ile mukayese edildiğinde bu yaş sınırı çok erken. Bazı ülkelerde çocuğun 16 yaşına kadar ceza ehliyeti olmadığı görülüyor.

Polat :  Doğrusu da bu aslında. Bizde de çocuğun ceza ehliyetisizlik üst yaş sınırının daha yukarı çekilmesi gerekli.

Ziyalar : 12-15 yaş arasındakiler ikinci grubu oluşturuyor. Bu yaş grubundaki çocukların bir suç işlemeleri durumunda işledikleri suçun anlam ve sonuçlarını kavrayabilme kapasitesine sahip olup olmadıkları değerlendiriliyor. Bir uzman tarafından çocuğun farik-mümeyyiz olup olmadığı; yeni dilde söylersek temyiz etme kabiliyeti olup olmadığı değerlendiriliyor. Bu değerlemenin neticesine göre çocuk hakkında işlem yapılabiliyor. 16-18 yaş grubundaki çocuklarda ise farik-mümeyyizlik değerlendirmesi yapılmaz ancak indirimli ceza uygulaması gerçekleştirilir.

Polat : Mevcut kanun 12-15 yaş grubundaki çocukların gerçekleştirdikleri eylemin sonuçlarının farkında olup olmadığının, ne kadar farkında olduğunun araştırılması hükmünü getirmiş.  Bunun için bir sorgulama yapılıyor ve bunun sonucunda çocuğun farkında olduğu anlaşılırsa çocuk ceza alıyor, farkında değilse ceza ehliyeti olmuyor; çocuk ceza almıyor.

Ziyalar :  Bu suçun tipine göre de değişebiliyor.

Polat : Türkiye’de bu muayeneyi ve raporlamayı kimler yapıyor?

Ziyalar : Türkiye’de, Devlet’in resmi bilirkişilik müessesesi Adalet Bakanlığı’na bağlı olan Adli Tıp Kurumu Başkanlığı’dır. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı’nın ilgili ihtisas daire ve kurullarında bu konuyla ilgili bilirkişilik yapılır. Ancak, üniversitelerin çocuk psikiyatrisi ve psikolojisi bölümlerinde görev yapan öğretim üyelerine de zaman zaman bu tarz görevler gelir. Zaten kanımca da bu değerlendirmeyi yapacak olan kişinin bir çocuk psikoloğu veya bir çocuk psikiyatristi olması en uygunu olacaktır.

Polat : Buna ben de katılıyorum. Aslında ideal durum böyle olmalıdır ama farik-mümeyyizlik muayeneleri maalesef bir dram halinde. Uygulamada polis herhangi bir sağlık ocağında çalışan bir hekime çocuğu farik-mümeyyizlik muayenesine getiriyor. Genellikle hekim çocuğa; “bugün ayın kaçı, saat kaç, cumhurbaşkanı kim, niye sen bu suçu işledin, suç olduğunu biliyormuydun?” gibi sorular soruyor ve çocuğun sorulara cevaplarına bakıp ceza ehliyeti olup olmadığına karar veriyor. Burada ciddi bir problem var. Bu tarz farik-mümeyyizlik muayenelerinin zaman zaman çocuğa zarar verici boyutlarını izliyoruz. Gerçekten bu muayenelerin özellikle konuyla ilgili eğitim almış psikiyatristler ve psikologlar tarafından yapılması gerekli. Çocuğun hayatını derinden etkileyebilecek böyle bir konuda henüz bir düzenleme yok.
    
Suç işleyen çocuklara uygulanan prosedüre dönecek olursak çocuk sonraki aşamada polisle karşılaşıyor.

Ziyalar : Kanun son derece açık; polis çocuğa sadece kimlik bilgilerini sorabiliyor. Çocuğun ifadesi yalnızca savcı tarafından alınabilir ancak, savcının uygun gördüğü hallerde onun yardımcısı sıfatıyla polis devreye girebilir. Nitekim gerçektende ülkemizde son yıllarda polisler kesinlikle ifade alma işine girişmiyor. Bir başka olumlu gelişme ise, 18 yaşına kadar olan bireylere kendi isteği olmaksızın avukat tayin edilmesi. Çocuğun avukat talep edip etmemesine bakılmıyor. Barolar bu görevi yerine getirmek üzere çok güzel organize olmuş durumdalar. Hemen hemen bütün il barolarında çocuk haklarına ilişkin komisyonlar yada merkezler var. Çocuk hakları sözkonusu olduğunda bu merkezlerden hukukçular devreye giriyorlar. Ayrıca baroların 24 saat faal olan Ceza Muhakeme Usulleri bölümlerininde nöbetçi olan avukatlar da günün hangi vaktinde olursa olsun, eğer bir çocuk suça karışmışsa o çocuğa avukat olarak tayin ediliyor.

Polat : Baroların bu şekilde örgütlenmiş olmaları hakikaten takdir edilecek bir durum. Türkiye genelinde barolar ve bunların çocuk merkezleri çok üstün performans sergiliyorlar. Tabii barolardaki bu uygulama gerçekten ülkemiz için bir yüz akıdır. Burada bunu belirtmeyi bir borç biliyorum.

Suç işlemiş çocuğun yargılanma süreciyle devam edecek olursak, yargıda durum nedir?

Ziyalar : Burada azda olsa bir sıkıntı var. 12-18 yaş grubu çocukların çocuk mahkemelerinde yargılanmaları gerekiyor.

Polat : Bu çok önemli bir konu. Hemen altını çizmeliyiz. Çocuklar çocuk mahkemelerinde yargılanmalı. Peki, diyelim çocuk Kırşehir’de suç işledi ve ceza ehliyeti var. Bu durumda çocuk Kırşehir çocuk mahkemesinde mi yargılanacak?

Ziyalar : Maalesef Kırşehir’de çocuk mahkemesi yok.

Polat : Halbuki kanuna göre her ilde bir çocuk mahkemesi olmalı. Çocuk mahkemeleri hangi illerimizde var?

Ziyalar : İstanbul, Trabzon, İzmir, Ankara ve Diyarbakır’da çocuk mahkemeleri var. İstanbul’da 3, Ankara’da 2 olmak üzere tüm Türkiye genelinde 10 taneyi geçmeyecek sayıda çocuk mahkemesi var. Her ilde olması lazım ama hep gözardı edildi. Aslında iyimser tarafıyla bakılacak olursa çocuk mahkemeleri ile ilgili bir kanun var. Eğer çocuk suç işlerde diğer mahkemede yargılanmak durumunda kalırsa, burada temel alınan kanun yine çocuk mahkemeleri kanunudur. Dolayısıyla o türden bir ayırımcılık olmaz.

Polat : “Tabelada çocuk mahkemesi yazmıyor ama sonuçta çocuk mahkemeleri kanunu uygulanıyor” şeklinde bir yaklaşım doğru olmaz. Çocuk mahkemelerinin kurulmasındaki amaç, çocuk doğrudan hakimin, savcının önüne çıkmadan önce çok önemli bazı teknik elemanlara gereksinim var. Çocuktan yana bir yaklaşımda çocuğun yargılanma sürecinde travmatize olabileceğinden ve yaşamı boyunca bunların izini taşıyabileceğinden bahsetmiştik. Çocuğun yargılanma aşamasında psikolog, pedagog ve sosyal hizmet uzmanları uygulamanın içinde yeralmalı. Oysa ki Adalet Bakanlığı’nın bünyesinde çocuk mahkemeleri dışındaki mahkemelerde bu meslek gruplarından elemanlar yok.

Ziyalar : Doğrudur. Tabii bu uzmanların çocukla yaptıkları çalışmalar mahkemenin seyrine çok ciddi biçimde etki eder. Dolayısıyla çocuk mahkemesi olmayan yerlerde bu personel olmadığı için esasen çocuklar usulüne uygun bir biçimde yargılanmamış oluyorlar.

Polat : Ayrıca bu mahkemelerde çocuklar çok daha ağır suçlar işlemiş yetişkinlerle birarada kalıyorlar. Bu çok büyük bir sıkıntı. Çocuk mahkemeleri sorununun biran önce halledilmesi gerekliliğini bir kere daha vurgulayalım.

Ziyalar : Burada hemen bir parantez açıp 2003 yılında yapılan bir değişiklikle çocuk mahkemelerinin görev kapsamının 12-15 yaştan 12-18 yaşa genişletildiğini belirtmek isterim. Bu da önemli bir gelişme.

Polat : Aslında geç kalınmış bir gelişme. Uluslararası bir Sözleşme’ye imza attıktan sonra bunun gerekleri yerine getirmek ve ulusal kanunların buna adapte edilmesi, uyum yasalarının derhal çıkartılması kaçınılmaz. Bizde bazı şeyler ancak gelişiyor.

Tekrar uygulamaya dönelim. Çocuk yargılanırken nerede ve hangi koşullarda tutuluyor bir başka sıkıntılı mesele ama, biz yargılama tamamlandıktan sonra çocuk neler yaşıyor biraz bundan konuşalım.

Ziyalar : Genellikle çocuk mahkemelerinde verilen kararları incelediğimizde ‘tedbir’ ile ilgili önemli kararlar görüyoruz. Çıkan kararlarda çocuk mahkemelerinde yargılanan çocukların ceza evine gönderilmesine neredeyse yok denecek kadar az rastlanıyor. Son on yılda İstanbul’daki, Ankara’daki uygulamaları incelediğimizde hakikaten başka bir takım tedbirlerle bu konu halledilmeye çalışılmış. Ancak, ceza evlerine gönderilen çocuklar da var tabii. Burada yine büyük bir sıkıntıyla karşılaşıyoruz. Türkiye’de yok denecek kadar az çocuk ceza evi var. İstanbul Bakırköy’de, Elazığ’da birer tane olmak üzere sayıları beşi geçmez diye biliyorum. Peki hüküm giyen çocuklar nereye gönderiliyorlar? Çocuklar maalesef yetişkinlerin bulunduğu ceza evlerine konuyor. Çocuklar buralarda hem yetişkinlerle aynı ortamlarda bulunmak durumunda kalıyorlar, onlardan yeni ve daha ağır suçları uygulamayı öğreniyorlar hem de; bence daha da önemlisi, suçlu yetişkinlerin her türlü istismarına da maruz kalabiliyorlar.

Polat : Çok doğru bir saptama bu. Buna rağmen Devlet’in; özellikle Adalet Bakanlığı’nın bakış açısından çocuğun öncelikli konu olarak değerlendirilmediğini görüyoruz. Halen takip edilen bir Devlet politikası oluşmuş değil. Adalet Bakanlığı’nın öncelikli konularından bir tanesi muhakkak çocuk mahkemelerinin yaygınlaştırılması olmalı ancak daha da önemli mesele hüküm giymiş çocukların topluma kazandırılması çalışmalarını başlatması gerekiyor. Halen geçerli uygulamada çocuklar erişkinlerle aynı yere koyuluyor dedik. Çocuklar burada yetişkinlerden daha önce bilmedikleri suçları öğreniyor dedik. Bu durumda çocuğu ceza evinde geçirdiği süre içerisinde rehabilite etmek bir tarafa süre sonunda tamamen yetişmiş bir çete elemanı olarak toplumun içine salıveriyoruz. Çocukları tamamen bir çukura itmiş oluyoruz. Adalet Bakanlığı’nın acilen tedbirler alması gerektiğini düşünüyorum.

Ziyalar : Tabii ama sevindirici başka bir konu var. Kolluk kuvvetleri suç önlemeyle ilgili, daha doğrusu çocuk suçluluğunu önlemeyle ilgili çok ciddi faaliyet içerisindeler. Emniyet Genel Müdürlüğü 2001 Mayıs ayından itibaren bütün illerde çocuk polisi şubelerini kurdu. İlgili personelin hizmet-içi eğitimleri yapılmakta. Benzer biçimde Jandarma Genel Komutanlığı da kendi görev alanında Çocuk Suçlarını Önleme Merkezleri adı altında çocuk karakolları kurdu. Temel hedef; halk sağlığı stratejileri kapsamında çocuk suçluluğunun önlenmesi. Kolluk güçleri bu programlarını başarıyla yürütüyorlar diyebiliriz.

Polat : Katılıyorum. 90’lı yılların başında İngiltere’ye çocuk istismarı çalışmaya gittiğim zaman İngilizlerin ‘Mercy Police’ dedikleri organizasyonu gördüğümde çok imrenmiştim. Bugün Türkiye’de hızla o noktaya doğru gittiğimizi izliyorum. Gerçekten bugünkü konumuna ve çizgisine baktığımız zaman çocuk polisi, konuyla ilgili çalışmak isteyen ve konu hakkında eğitim almış personel ile yapılandırılmış. Çok güzel çalışmaların yapıldığını ve teşkilatın giderek daha olumlu adımlar attığını görüyorum. Jandarma’yı da içine katarak bu başarılı yapılanmanın ve çalışmaların devamlı olmasını diliyorum.

Ziyalar : Evet. Gerçekten de her iki kolluk güçleri son derece özverili ve bilimsel çalışmalar gerçekleştiriyorlar. İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü olarak biz sürekli bu iki kurumla dirsek temasındayız. Jandarma’nın Çocuk Suçluluğunu Önleme Merkezleri’nin kuruluşu ve oradaki personelin eğitimi bizzat bizim enstitümüzde yapılmıştı. Çocuk polisinin de eğitiminde birfiil görev alıyoruz.

Polat : Yurtiçindeki noktalardan olduğu kadar yurtdışındaki kaynaklardan da sürekli eğitim alıyorlar. Bu çok önemli çünkü çocukla ilgili çalışacak personelin çocukla kolay iletişim kurma becerileri kazanması ve çocuğun haklarının farkında olması gerekiyor.

Peki çocuk mahkeme aşamasından sonra hüküm giydi, tutuklandı, ceza evine girdi ve çıktı. Dışarı çıktıktan sonra çocukla ilgili herhangi bir çalışma yapılıyor mu?

Ziyalar :  Ne yazık ki yapılmıyor.

Polat : Bu konuda da Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı’nı hemen burada iki kelimeyle belirteyim. Tabii ülkemizde sivil toplum örgütleri problemin çözümündeki temel anahtar olamıyorlar ama model oluşturma adına iyi örnek teşkil ediyorlar. Bu Vakfın Adalet Bakanlığıyla son zamanlarda ortaklaşa gerçekleştirdikleri çalışmaları umarım yaygınlaşır ve kalıcı bir organizasyon oluşur, çünkü suç işleyen çocuklarla ilgili uygulamaların hemen hemen her safhasında epey büyük sıkıntılar var.

Biraz da olayın diğer tarafına bakalım. Suça maruz kalan; kurban olan, istismara maruz kalan çocuktan bahsedelim. Kurban dediğimiz, suça maruz kalan çocukların durumu nedir?

Ziyalar : Herhangi bir suç oluşturan eylemin mağduruna kurban diyoruz. Eğer mağdur kişi 18 yaşın altında ise bir yetişkine göre kendisini koruyabilme ihtimalinin zayıf olması bakımından daha vahim bi tablo karşımıza çıkıyor. Suç mağduru çocuklar başlarına geleni anlatmak durumunda kalıyorlar. İfade veriyorlar. Nasıl suça karışmış çocukların ifadeleri yalnızca savcılık tarafından alınıyorsa, mağdur çocuk ifadeleri de savcılar tarafından veya mahkeme esnasında hakim tarafından alınıyor. Burada da bazı sıkıntılı durumlar var. Örneğin, bazı suç tiplerinde elimizde fiziksel delil yok denecek kadar az oluyor. Özellikle cinsel suçlarda fiziksel delil bulmak çok son derece zor. Bu durumda mağdur çocuğun ifadesinden başka güvenilecek bir konu kalmıyor. Bu sebeple mağdur olan çocuğun verdiği ifadenin güvenilirliğinin tespit edilmesi gerekiyor. Bir başka deyişle çocuğun anlattığı hikayenin gerçekten yaşanmış bir olaya dayanıp dayanmadığının belirlenmesi gerekiyor. Bu başlıbaşına bir bilirkişilik alanı. Çok özel bir alan. Örneğin; İstanbul çocuk mahkemeleri cinsel suç mağduru çocukların mağduriyetlerinin yaşantılarıyla örtüşüp örtüşmediği konusunda ilgili uzmanlardan bilirkişilik istiyorlar.

Polat : Aslında bu açıdan gelinen nokta güzel. Uzun yıllar önce konuyla ilgili çalışmalarımıza ilk başladığımızda inanılmaz işkencelere maruz kalmış yada cinsel istismara uğramış çoculara bile, yaşamı tehlike de olan çocuklara bile hakimlerin; “çocuk anne-babanın bir parçası, nasıl ayırırız, mümkün değil” yaklaşımıyla, koruma kararı çıkartmadıklarını gördük. O zamandan bugüne artık dediğim dedikçilikten ziyade uzmanın görüşlerinin alınması esası benimsenmiş durumda. Gerçekten kanunların çocuk lehine olması gerekiyor ama sadece kanunların çıkarılması yeterli değil. Kanunları uygulayıcıların da bilgilenmesi, bilinçlenmesi gerekiyor.

Ziyalar : Hiç kimse; hiçbir çocukla ilgili çalışan uzman çocuğu ailesinden ayırmayı tercih etmez ama bazen ayırmanın çocuğun çok ciddi lehine olabileceği durumlar sözkonusu olabiliyor. Buna karar verecek kişinin ise bir uzman olmasında çok büyük fayda var.

Polat : Çocuğun ifadesinin güvenilirliğinin tespit edilmesinden bahsediyorduk. Bu tespit kimlerce ve nasıl yapılıyor? Bu konuda nelere dikkat edilmesi gerekir?

Ziyalar : Çocuk ifadesinin güvenilirliğinin değerlendirilmesi yada orijinal adıyla ‘kriter bazlı ifade analizi’ mutlaka konuyla ilgili özel eğitim almış, konunun uzmanı kişiler tarafından yapılmalı. Bu kolayca herkes tarafından öğrenilip uygulanabilecek bir çalışma biçimi değil. Tabii çocuk ifadesinin değerlendirilmesi için çocuğun ifadesinin çok düzgün alınmış olması gerekir. İfade alacak olan kişinin çocukla görüşme yapma usullerine hakim olması ve bu teknikleri çok iyi uyguluyor olması beklenir. Bu aşamada çocuktan doğru hikayeyi almak ne kadar önemliyse çocuğu ikinci kez travmatize etmemek de o kadar önemlidir. Bunun için uzman personelin mutlaka hizmet-içi eğitim alması şart. Zaman hızla değişiyor. Buna göre çocukların kullandıkları terminolojide, anlayıp kavrayabildikleri kavramlarda süratle değişiyor. Çocukla doğru iletişim kurmak için uzman kendini sürekli hizmet-içi eğitimlerle güncellemek durumunda.

Polat : Çok doğru. Gerçekten dünyada uygulanan yeni teknikleri ve yöntemleri izleyerek bunları süratle uygulamaya geçirmek sürekli bir dinamizmin içinde olmayı gerektiriyor. Değişim çok hızlı gerçekleşiyor. Özellikle televizyon ve internet gibi iletişim araçlarının olduğu bir ortamda çocuklar, klasik kitaplarda tanımlanan standartlarda kalmıyorlar. Çok daha erken yaşlarda bazı şeyleri algılamaya başlıyorlar. Farkındalıkları gelişmiş oluyor.

70’li yıllarda hakikaten çocuk istismarı konusunda bulgulardan çok çocuğun ifadesinin güvenilirliği tartışmaları uzun süre özellikle Amerika’da tartışılmış. Sonradan anlaşılmış ki bu tartışmalar esnasında bir çok istismar atlanıyor. Böylece istismarın somut şekilde tespit edilebilmesi için çeşitli teknikler geliştirilmeye başlanmış. Bugün uygulanan başarılı yöntemler var ama buraya gelinene kadar oldukça fazla çaba sarfedilmiş. Örneğin; anatomik bebekler meselesi var. Cinsel istismarı saptamaya yönelik olarak anatomik bebekler geliştirilmişti bir dönem ve bunlar büyük bir devrim olarak sunuldu ancak başarılı olunamadı. Neydi bu anatomik bebekler? Neden başarı kaydedilemedi?

Ziyalar : Yetişkin insanın sahip olduğu tüm dış genital organlara sahip bebekler üretilmişti. Çocuklar bu bebeklerle oynarken gösterdikleri davranışlar gözlemleniyordu. Eğer çocuk bebeğin genital organlarıyla ilgilenirse, çocuğun böyle bir eylemi en azından görmüş olduğu yada başından böyle bir olayın geçmiş olduğuna uzmanlar karar veriyordu. Oysa ki o güne kadar hiç görmemiş olduğu bir şekilde yapılandırılmış olan bebeklerle karşılaşınca çocuklar, hiç şüphesiz ki genital organları merak edecek ve o bölümlerle doğal olarak ilgilenecektir. Dolayısıyla anatomik bebekler bir dönem İsrail’de ve Amerika Birleşik Devletleri’nde kullanıldı ama süratle ortadan kaldırıldı. Bu bebekler hatalara sebep oldu.

Polat : Çocuklar bu sefer ortada bir istismar yokken ilk defa karşılaştıkları bebeklere bakıp bunlara göre hikayeler anlatmaya başlıyorlardı. Halbuki bu teknik devrim olarak, yeni bir buluş olarak ortaya atılmıştı. Demek ki gerçekten hızla değişimler sözkonusu ve bunların çok yakından takip edilmesi gerekiyor.

Çocuk ve suç konusunda suça itilen çocukları ve kurban çocukları konuştuk. Türkiye’de hangi mekanizmalar çalışıyor, uygulamada kimler nasıl görev yapıyor, aksaklıklar nelerdir bunlardan bahsettik. Adalet mekanizmasında oldukça ciddi adımların atılması gerekliliğinden  bahisle, karar aşamalarında artık uzmanlara başvurulduğu gibi, gerek Jandarma’nın gerekse Emniyet’in başarılı çalışmalar gerçekleştirdikleri gibi iyi gelişmeleri de sözkonusu ettik. Aynı zamanda bazı üniversitelerin bazı merkezlerinin de - ki İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü bunlardan biridir -  konuyla ilgili çok güzel ve yoğun çalışmaları sürüyor. Son olarak konuğum sayın Neylan Ziyalar’a neler söylemek istediğini soralım.

Ziyalar : Ben bu tabloyla ilgili olarak çok karamsar değilim. Hakikaten çocuk ve suç dendiğinde son beş yıldaki değişmeleri, gelişmeleri gözardı etmek mümkün değil. Bunlar yeterli mi derseniz tabii ki yeterli değil. Çocuklarımız için çok daha fazlası gerekiyor ama iyi bir başlangıçtayız, iyi bir trend yakaladık diye düşünüyorum. Teşekkür ederim.

Polat : Tabii ben de katılıyorum bu düşüncelere ama tabii bir sözü belirtmeden de geçemiyeceğim; “Çocuk beklemez.” Ben teşekkür ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder