Polat : “Çocuk hakları ne demek” bunu birazdan konuğumla tartışacağım ama öncesinde birkaç cümle söylemek istiyorum. Çocuk hakları, 0-18 yaşlarında olan herkesin her alandaki hakları demek. Gerçekten de biz çocuklarımızı yaşatmak, korumak, geliştirmek istiyoruz. Onları her konuda kendi katılımlarını da sağlayabileceğimiz bir dünyada yaşatmak istiyoruz. Bu programda çocuğun aklınıza gelebilecek her hakkını konuşacağız, tartışacağız. Bu ikinci programdaki konuğum Sayın Mustafa Ruhi Şirin. Kendisi Çocuk Vakfı’nın başkanı. Sayın Şirin ‘Çocuk Hakları’ ne demek?
Şirin : Doğrusu bu soruyu benim size sormam gerekirdi. Bu alanda ülkemizde en çok çalışma yapmış hocalarımızdan birisiniz çünkü. Önce merhaba demek ve çocuk selamıyla selamlamak istiyorum dinleyicilerimizi. ‘0-18 Vurursan Kırılır’ adlı programda Açık Radyo’nun dinleyicileriyle beni buluşturduğunuz için de size teşekkür etmek istiyorum. Çocuk hakları konusunda söyleyecek çok şey var ama çocuk haklarını bir kaç cümleyle tanımlarsak alanı sınırlamış oluruz. 0-18 yaş arasındaki her insan çocuktur. Çocuğun en temel hakkı çocuk olma hakkıdır. Çocuk hakları teorisini, modern çocuk paradigmasının içeriğiyle ilişkilendirerek daha kolay anlaşılır duruma getirebiliriz. Modern çocuk paradigması, çocuğu yetişkinden ayıran ancak sağlığı, eğitimi, gelişmesi ve korunmasından yetişkini sorumlu tutan anlayışa dayanır. Çocuk haklarının ana felsefesi ise çocuğun birey olduğu ve özne olarak kabulüne dayanır. Ben, çocuk haklarını çocuk için gerekli olan gerçek hayat bilgisi biçiminde adlandırmaktan yanayım. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin çocuklara sağladığı haklar, medeni, ekonomik, sosyal, kültürel ve korunma hakları olarak özetlenebilir. Çocuk haklarını yaşama, gelişme, korunma ve çocuğun görüşünün alınması çerçevesinde anlamak da mümkün. Bu dört kriter için iki temel ilke daha var: Çocuklar için yapılacak her işte çocuğun öncelikli yüksek yararının korunması ve çocuğa karşı her tür ayrımcılığın önlenmesi. Çocuk hakları kavramının içeriğinden de anlaşılacağı gibi, bu haklar, yetişkinlerin haklarıyla çekişmediği gibi insan hakları hukukunun da ayrılmaz parçası kabul edilirler. İnsan hakları sınıflandırması açısından Çocuk Hakları’nın gerçekleşmesinde üç öznenin etkinliği sözkonusudur: Çocuk özne, yetişkin özne ve devlet. ‘Nesne çocuk’ anlayışından ‘özne çocuk’ anlayışına geçişte bu üç öznenin çocuk hakları felsefesini benimsemesi ön koşuldur.
Polat : Kime sorsanız en çok çocuğunu seviyor. Çocuğu vazgeçilmez onun için, onun için herşeyi yapar. Ama çocuğu o kadar vazgeçilmez ki ona bütün yaşamı boyunca sadece kendi düşüncelerini uygulaması ve hep kendi izinde gitmesi gereken biri olarak bakıyor. Halbuki çocuk tek başına bir birey. Türkiye’de ‘çocuğun değeri’ dediğimiz zaman biraz ortada kalıyoruz. Çocuk kendi başına birey mi yoksa çocuğun değeri onunla ne kadar bütünleşirsek o kadar mı artıyor?
Şirin : Tabii ki çocukla bütünleşirsek, hem değeri artar hem de değerli olduğunu hissettiririz ona. Çocuğun değer oluşunda paternalist anlayışı terketmemiz gerekiyor. Çocuğun ne olması gerektiğine annenin-babanın karar vermesi anlayışı ‘nesne çocuk’ anlayışına dayanıyor. Bu anlayış niçin değişmeli? Çocuğun kendisini gerçekleştirme noktasında yalnızca annenin ve babanın birlikte karar vermesi, çocuğu nesne kabul etmek demek. Çocuk hakkında anne-babanın-yetişkinin karar vermesi, çocuk üzerinden hesaplaşmayı sürdürmektir. Çocuğun hayata iyi bir başlangıç yapabilmesi, gelişimini sağlayacak nitelikli bir eğitim alması ve varolan potansiyelini gerçekleştirmesi süreçlerinde birey olduğu unutulur ve görüşü alınmazsa değerli olduğunun farkına varamaz. Bunun için annenin ve babanın çocuğun ne olmasına karar vermesi anlayışından uzaklaşacağız. Çocuğun gelişme ve büyüme çağlarında ona gerekli olan haklarını ve onun için gerekli olan çocuk hakları bilgisini ona öğreteceğiz. Bu yetmez, çocuğa kendi ayakları üzerinde durmasını da öğreteceğiz, kendi geleceğine yürüyüşünün özgür yolunu da açacağız. Yetişkinlerin bu alandaki en temel problemlerinden biri, çocuğun haklarını bilmedikleri gibi ne bu hakları öğrenmeye ne de çocuklarına öğretmeye istekli olmalarıdır. Bu yüzden, bir türlü çocukların hakları olduğunu kabullenemiyoruz. Çocuğun hakları olduğunu kabul etmek ise değerli olduğunu da kabul etmek demektir.
Polat : Yani bırakalım çocuk nasıl yapıyorsa yapsın mı demek istiyorsunuz?
Şirin : Çocuğun hakları olduğunu kabul etmekle, yetişkinin çocuğun haklarını sınırlandırması aynı şey değil. Birincisi, öncelikle çocuğun haklarını annenin babanın bilmesi gerektiğine vurgu yapıyorum. İkincisi; çocuk haklarını kendisi öğrenmiş olacak. Eğer siz anne baba olarak, yetişkin olarak çocuğun haklarını bilmiyorsanız o zaman çocuğunuzu zaten çocuk hakları bilinci açısından eğitemiyorsunuz demektir. Okul ortamında buna hazırlıklı değilsiniz demektir. En azından çocuğun gelişme öncelikli yararı ve görüşünün alınması haklarına yönelik bir yaklaşımınız yok demektir. O halde, bizim yapacağımız en önemli iş çocuğa haklarını öğretmeden önce bu hakların ne anlama geldiğini bilmek, çocuğun bunları bilmesine olanak sağlamak ve aynı zamanda birlikte bu yolculuğu nasıl gerçekleştireceğimizi öğrenmektir. Yalnızca birey olarak değil, aynı zamanda bütün toplumda bu akışın sağlanmasına da yönelmek çok önemli. Çünkü, çocuk hakları bilgisi dediğiniz alan, çoğunlukla, “sadece çocuklar haklarını bilecek” biçiminde anlaşılıyor. Bence, çocuğun haklarını önce yetişkinler bilecek ve öğrenecek. Anne baba bilecek, büyük anneler, büyük babalar bilecek. Çünkü, çocuk hakları bilinci, çocuk hakları kültürünün yaygınlaşması ve davranışa dönüşmesi için önce yetişkinin çocuk haklarını bilmesini gerektirir.
Polat : Çocuk hakları dediğimiz kavram, temelde dört ana prensibe oturuyor. Çocuğun korunması, çocuğun yaşatılması, çocuğun geliştirilmesi ve çocuğun katılımının sağlanması. Bu dört prensip üzerinden yola çıkarak çocuk haklarından bahsediyoruz. Peki çocuk haklarından bahsediyoruz ama bunun bir çerçevesi var mı? Yani üzerinde uzlaşılmış bir metin - sözleşme var mı? Bu Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’de Türkiye nerede?
Şirin : 20 Kasım 1989’da bütün Dünya’da hem de çok etkin bir katılımla Çocuk Haklarına Dair Sözleşme imzalandı. Bu sözleşme aslında Dünya çocuklarının en geniş çerçeveli Anayasası olarak kabul edilebilir. Bu, çocuğun özneleşmesi süreci açısından bir anlamda çocuk hakları paradigmasını temellendiren ve bu yönüyle de çok geniş bir katılımla kabul edilen bir sözleşmedir. Bu sözleşme bile tek başına çocuk yüzlü bir devrimdir. Sözleşmeden sonra Eylül 1990’da çocukların yaşatılması, geliştirilmesi ve korunmasına ilişkin eylem planı hazırlandı. Bu Sözleşme’nin, sözünü ettiğiniz gibi yaşama, gelişme, korunma ve çocuğun katılımı hakkı yani görüşünün alınması haklarının yanında başka iki ilkesi daha var. Biri çocuğun öncelikli yüksek yararı, diğeri çocuğa karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi. Bu temel kritelerle ilkeleri birlikte düşündüğümüz zaman her şeyden önce doğan her çocuğun mutlu bir çocukluk yaşamasına yönelik bir yol haritası çiziyor bu Çocuk Anayasası. 20 Kasım 1989’a kadar sözleşmenin çocuğa bütünlüklü yaklaşımı olmamıştı. Dünya’da ‘1959’a kadar bir anlamda çocukların yaşatılması, sağlıkları, eğitimleri ve korunmalarına yönelik vurgu yapan Çocuk Hakları Beyannamesi, 1924’teki dört maddelik ve daha çok çocukların korunmasını hatırlatan Cenevre Sözleşmesi’nde sınırlı yaklaşım vardı. Bu nedenle bu sözleşme ile, 20 Kasım 1989 tarihinden itibaren bütün Dünya’da bir çocuk miladı gerçekleşmiş oldu. Sözleşme, Taraf Devletler’in çocuğa karşı sorumlu olduğunu ilan etti. Buna göre, çocukların güven içerisinde yaşamalarına yönelik yaklaşımı her Taraf Devlet en öncelikli ödev olarak yerine getirecekti. 20 Kasım’dan bu yana Taraf Devletlerce bütün Dünya’ya verilen sözün ne oranda gerçekleşip gerçekleşmediği de ortada. Ben bu noktada üç soru sormak istiyorum: Birincisi “Dünya’da çocuk hakları kültürü gerçekten yaygınlaştı mı?”, “Gerçekten yetişkinler çocuklarının haklarının ne olduğunu biliyor mu?”, “Gerçekten çocuklar haklarını biliyor mu?”. Bu üç soruya bağlı olarak ana sorum da şu: “Taraf Devletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne atıfta bulunarak imzalanmış sözleşmelere ne oranda uyuyorlar?”. Üç soruya ve bağlı olarak ana soruya ilişkin Dünya çocuk hakları karnesinin zayıf olduğunu, Dünya’nın henüz çocuk hakları alanında sınıfını geçemediğini söylemek isterim.
Polat : Bu açıdan konuya üç ayrı aşamada bakmak gerekli. Devlet’e bakalım; konuyla ilgili neler yapıyor; sonrasında topluma bir bakalım ve son olarak bir de çocuklar açısından değerlendirme yapalım. Önce Devlet’ten başlayalım. Sizce Devlet çocuk haklarına nasıl bakıyor, bu konuda neler yapıyor?
Şirin : Sözleşme, 20 Kasım 1989’da imzalanmış, Türkiye’de altı yıla yakın bir süre geçtikten sonra 27 Ocak 1995’te Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiş. Bu kabul, sözleşmenin iç hukuk kuralı haline gelmesi anlamına da geliyor. Türkiye’de çocuk hakları hareketi bakımından 1989’la birlikte özellikle Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun yapmış olduğu koordinasyon çalışmalarıyla çocuk hakları alanında önemli tanıtım çalışmalarının yapıldığı söylenebilir. Devlet’in bu geçen süre içerisinde en temel eksiği, çocuk hakları derslerini örgün eğitim kurumlarında yani okulda gerçekleştirememiş olmasıdır. Aynı şekilde yaygın eğitime yönelik olarak da çocuk hakları kültürü alanında, özellikle toplumsal değer üretimi yönünde bir çalışma gerçekleştirilememiştir. Çocuk hakları alanında üniversitelerin katkısı da çok sınırlı olmuştur. Sınırlı da olsa risk altındaki çocuklarla ilgili çalışmalardan sözedilebilir. Son on beş yıl içinde çocuk gündemleri oluşturulurken, özellikle çocuk sorunları ve çocuk hakları ödevlerimizin üzerleri ekonomik ve toplumsal sorunlarla örtülmüştür. Bu nedenle gerçek anlamda ülke ölçekli çocuk haklarının gündeminin oluşturulamadığını düşünüyorum.
Polat : Toplum açısından çocuk hakları ne aşamada, biraz onu tartışalım; çünkü olayın özü burada yatıyor. Sonuç itibarıyla toplum, çocuk haklarını benimsemezse maalesef o toplumu paylaşan çocuklar haklarından faydalanamazlar. Bu gün yasaların mevcudiyetine rağmen hâlâ kız çocuklar temel eğitimden faydalandırılmıyorlar, hâlâ çocuklar küçük yaşta evlendiriliyorlar. Ülkemizde namus cinayetleri işleniyor. Bunları gözardı edemeyiz. Devlet, yasaları yapmalı ve uygulamaya koymalıdır ama toplum bunları içselleştirmezse, benimsemezse sadece cezaevleri nüfusu artar, başka da birşey olmaz.
Şirin : Türkiye’de sosyal göstergeleri ve kültürel göstergeleri yüksek olan yetişkinlerin çocuk hakları ödevine yöneldiklerini biliyoruz. Bu grup, çocuk haklarını kültür olarak ve yaşama biçimi olarak algılıyorlar. Ancak, bunun yanında toplumun çok büyük bir nüfus oranını teşkil eden öyle bir küme varki çocuk haklarına yönelik hiç bir bilgileri yok. Oysa çocuk hakları birinci, ikinci, üçüncü kuşak haklar kültürüne dayanıyor. Bu hakların varolması, demokrasi kültürü içerisinde temel altyapı olarak eğitim gerektiriyor. Hayata felsefi bir bakış boyutu gerektiriyor. Çocuğun ihmali ve istismarı konusunda veya neyin ihmal neyin istismar olduğu konusunda bilgi gerektiriyor. Dikkat gerektiriyor. Bu yönüyle toplumun büyük kesiminde insan hakları bağlamında çocuk merkezli haklar diyebileceğimiz haklar henüz farkedilmiş değil. Çocuğa tamamen geleneksel yaklaşımlarla bakılıyor. Türk toplumunda çocuk, hâlâ ekonomik değer olarak algılanıyor. Buradan Çiğdem Kâğıtçıbaşı Hocamız’a da bir selâm gönderelim. 1979’da yayınlamış olduğu “çocuğun değeri!”araştırması şöyle özetlenebilir: Türk toplumunda doğurganlık oranının yüksek olmasının temel nedeni çocuğun ekonomik değer olarak algılanmasıdır. Aynı araştırmanın yirmi yıl sonra benzer bir sonuç verdiğini de biliyoruz. Bu gün aynı konuda yeni bir araştırma yapılsa belki oranda küçük bir değişme olabilir ama mahiyetinin değişmeyeceği kanaatini taşıyorum. Geleneksel kültür kalıpları içerisinde çocuğa yönelik yaklaşımda ayıklamamız gereken alışkanlıklarımız, geleneklerimiz, törelerimiz var. Çocukları ölesiye severiz ama sevgi ve acımak önce kendimizin büyük olduğunu kabul etmek anlamına gelir. Oysa çocuğa sadece acımayla yaklaşamayız. Çocuğa sadece bizim ihtiyaçlarımızı karşılayan bir makina olarak da bakamayız. Doğan her çocuğa, doğduğu andan itibaren değil doğmadan yaklaşmayı, bir anlamda ona kendimizi hazırlamayı bir kültür ve davranış biçimine dönüştürmedikçe, toplum olarak çocuğu biricik özne durumuna getiremeyiz. Bu eksiğimizi gidermek için, çocuk haklarını yaygın eğitimin gündemine alarak ülke ölçekli, etkin, katılıma açık, sürdürülebilir eylem planını hazırlamak ve uygulamak gerekir.
Polat : Bu aşamada toplumda zayıf bir bilinç noktasındayız ama bu bilinci geliştirmek ve yaygınlaştırmak için de belli mekanizmalara ihtiyaç var. Bunların tabii en başında gelen ve en temeli olan sivil toplum kuruluşları. Sivil toplum kuruluşlarının çocuk konusundaki durumları nedir? Konuyla ilgili neler yapıyorlar? Çocukla ilgili çalışan sivil toplum kuruluşları yetkin ve etkinler mi?
Şirin : Özellikle çocuk hakları konusunda Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının olgunluk çıtalarının çok düşük olduğu kanaatini taşıyorum.
Polat : Bu tespitinize maalesef ben de katılıyorum. Çok değerli çalışmalar ve faaliyetler var ancak yeterli olmadıkları aşikar.
Şirin : Birkaç yıl önce birlikte Türkiye Çocuk Hakları Koalisyonu’nu kurarken, bunu farketmiştik. Oğuz Polat, Mustafa Ruhi Şirin gibi bireylerle veya çok iyi niyetlerle yola çıkmış olan bir kaç sivil toplum kuruluşuyla çocuk hakları çerçevesinde bu büyük ve kuşatıcı toplumsal sorunumuzu halletmek mümkün değil. Çocuk hakları alanında uzmanlaşmış sivil toplum kuruluşu sayısı bir elin parmak sayısı kadar bile değil. Çocuk hakları eğitimini gerçek anlamda projelendirmiş, uygulamaya hazır sivil toplum kuruluşumuz da yok. Türkiye’de sivil toplum kuruluşları, çocukların üzerinden topluma mesaj verme anlayışını benimsemiş görünüyor. Aksine, sivil toplum kuruluşlarının, çocuk hakları kültürünün yaygınlaştırılmasında öncü olması gerekirken, maalesef bu alanı kullanıyor ve tüketiyorlar. Sivil toplum kuruluşları bir anlamda taleplerini başkalarından beklemek yerine bunları bizzat gerçekleştirme noktasına gelmedikçe ne etkin olabilir ne de güven verebilirler. Eğer sivil toplum kuruluşları, çocuk hakları ve özellikle de risk altındaki çocuk gruplarına yönelik çocuk ödevine yöneliyorsa, öncelikle konuyu iyi bilmeli; uzmanlaşmış olmalı, ve asla bu alan üzerinden ticaret ve politika yapmamalıdır.
Polat : Bunların yanısıra süreklilikte çok önemli. Başlanan bir işin sonuçlandırılması önemlidir ancak, toplumda sorunla ilgili mesafe kaydedilebilmesi için sürekliliğin sağlanması gereklidir.
Şirin : Sürdürülebilirlik olmadan hiç bir proje etkin değer üretemez. Habitat II’den beri Dünya'da katılım ve sürdürülebilir olma çabaları öne geçmişti. Bu gün Türkiye ölçeğinde çocuk hakları ödevinde kaç sivil toplum kuruluşunun sürdürülebilir projesini hatırlıyoruz? 1989’dan bu yana kurucusu olduğunuz Çocuğu İstismardan Koruma ve Rehabilitasyon Derneği (ÇİKORED) çocuk ihmalini ve istismarını çalıştı. Projeler geliştirdi, eğitim çalışması yaptı. Bence bu başarıda bilmek kadar bilinç de belirleyici olmuştur. Çocuk hakları alanında çalışacak olan kuruluşların hizmet öncelikli mi, eğitim öncelikli mi araştırma öncelikli mi çalışıp çalışmadıkları da önemlidir. Türkiye’de bilinçli, duyarlı, donanımlı, topluma ayna tutabilecek, toplumun dönüşümünü sağlayacak uzman sivil toplum kuruluşlarına ihtiyacımız var. Bu sivil toplum kuruluşları gerçek anlamda yol haritasını da çizecek olan kuruluşlar olmalıdır. Çocuk hakları ödevinde ülke ölçekli ve pilot çalışmalarda hükümet kuruluşları, üniversiteler, yerel yönetimler ve uzman sivil toplum kuruluşlarının gönüllü çocuk ortaklığı felsefesinin de yaygınlaşmasına da öncülük etmemiz gerekir.
Polat : Maalesef, toplumla kaynaşma ve birlik bütünlük içerisinde çalışma oluşmuyor. Yapılan çalışmalar toplumla gerektiği gibi paylaşılamıyor. Genellikle kısa bir süre konu alevleniyor, o anda kişiler duygularıyla hareket edip reaksiyon gösteriyorlar. Birşeyler yapılıyor, ondan sonra da kenara çekiliniyor. Halbuki profesyonel bir disiplin çerçevesinde gerçekleştirilen gönüllülük esastır. İnsanlarımız bunu yapamıyorlar. Tabii sivil toplum kavramının ‘okul aile birliği’ kavramı ile karıştırılıyor olması da sözkonusu. Bu gün Türkiye’de hâlâ sivil toplum kuruluşlarının eğitimleri gerçekleştiriliyor. Sivil toplum, sivil toplum olmanın gerekleri nelerdir henüz bunları öğrenme aşamasında. Yapılanmalarının ve ayakta kalabilmenin zorluklarını yaşıyorlar. Kendilerine yetme çabaları içerisinde gerçekleştirilen çocukla ilgili çalışmaları etkin olarak toplumla ve Devlet’le paylaşmaları birtürlü başarılamıyor. Böylece toplumdan destek bulmaları mümkün olmuyor.
Şirin : Çok doğru.
Polat : Habitat II, her ne kadar belli bir aşamaya gelmemizi teşvik ettiyse de sivil toplum kuruluşu deyince akla gelen “ben giderim çocuklara yardım ederim, giydiririm, yemek yediririm, onlarla sinemaya giderim” anlayışı hâlâ hüküm sürmekte. Oysa ki başka bir boyut daha var. Eğer sivil toplum kuruluşu bu konularda çalışırken Devlet’e model oluşturacaksa, yol açacaksa, o konuda politikalar oluşturulurken veri tabanı sağlayacaksa, o zaman başka uzmanlıklara da ihtiyaç var. Sivil toplumun üniversitelerle işbirliğine ihtiyacı var, yerel yönetimlere ihtiyacı var. Ancak, bakıyorsunuz ki Türkiye’de sadece tek bir Çocuk Hakları Merkezi var. Hacettepe’deki bu merkez bile çok aktif olamıyor, olanakları çok kısıtlı. İkincisini Bilgi Üniversitesi kurmaya çalışıyor. İki yıldır hâlâ kuramadı. Türkiye’de şu andaki üniversite sayısına orantıladığınız zaman denizde damla gibi bir durum sözkonusudur. Ve yeni girişim de yok. Halbuki başka konulara baktığınız zaman konuyla ilgili çalışan merkez sayısı çok fazla. Toplumda çocuk haklarına karşı duyarlılık oluşturulması için bu merkezlerin sayısının artması gereklidir.
Şirin : Çocuk haklarının ülke ölçekli çocuk ödevine dönüşmesi için gönüllü çocuk ortaklığının yani bütün bireylerin katılımına açık örgün ve yaygın eğitim projeleri de hazırlamalıyız.
Polat : Gönüllü çocuk ortaklığı deyimini çok seviyorum. Katılım gereklidir, dolayısıyla katılım teşvik edilmelidir diye düşünüyorum.
Şirin : 2001’de Unicef’in öncülüğünde Dünya’da başlatılan “Çocuklar İçin Evet Deyin” kampanyasını Türkiye adına Türkiye Çocuk Hakları Koalisyonu olarak sürdürmüştük. Siz, Koalisyonun Dönem Başkanıydınız; ben de sözcülüğünü üstlenmiştim. Unicef, “Çocuklar İçin Evet Deyin” etkinliğini çok iyi tasarlanmış bir stratejiyle başlatmıştı. Çocuk haklarını ev etkinliğiyle merkeze almayı önermişti bütün Dünya’ya. Aslında katılım süreçleri noktasında çocuk haklarını, çocuk hakları kültürünü, eğitimini, öğretimini ev etkinliği olarak başlatan bir Türkiye olamadık. Dünya’da da etkinliğin içinin doldurulamadığı kanaatindeyim. Türkiye’nin aileden başlayarak çıkacağı çocuk hakları yolculuğunun çok anlamlı olduğunu düşünüyorum. Ancak böyle bir Türkiye kendini geçekleştirebilen bir Türkiye olabilir. Böyle bir Türkiye’de sivil toplum, gerçek anlamda bir katılımla gönüllü çocuk ortaklığı ilişkisini kurabilir. Mahalle ölçekli küçük kozalardan yola çıkarılması düşünülebilir. Ancak biz risk altındaki çocuklar üzerine edebiyat yaparak, sadece risk altındaki çocukları konuşan veya bir mermer üzerinde ölüveren sokak çocuğunu-sevgili Yusuf Ahmet Kulca’yı da burada anmış olalım- konuşarak günlerimizi geçiremeyiz. Bu nedenle mümkün olduğunca önce çocuk hakları konusunda biz; yetişkinleri kastediyorum, kendimizi gerçekleştirmeliyiz. Sonra, çocuklarımıza ulaşmalıyız ve aile etkinliğini okula taşımalıyız. Okulla birlikte yaygın eğitimle bütün Türkiye’yi dönüşüm projesine hazırlamalıyız.
Polat : Katılıyorum, bunlar gerçekten çok doğru noktalar. Herhalde Türkiye’nin hastalığı herşeye çok büyük başlamak. Halbuki her konuda olduğu gibi çocuk konusunda da küçükten başlayarak büyüyebilirsek amaca ulaşacağız. Çocuklarımızın haklarından bahsederken birazda ‘risk altındaki çocuklar’, ‘özel korunma tedbirlerine muhtaç çocuklar’ konusuna girmek istiyorum. Evdeki çocuklarımızın haklarının tanınması önemli tabii ama evde olamayan çocuklarımız; suça itilen çocuklarımız, afete maruz kalan çocuklarımız, savaştaki çocuklarımız, ...
Şirin : Mülteci çocuklar, cinsel tacize uğramış çocuklarımız, medyanın istismarına uğramış çocuklarımız, …
Polat : Ve fuhuşa itilen, porno kurbanı çocuklarımız… Türkiye’nin çok ilginç bir durumu var. “Böyle bir sorunumuz var mı?” diye sorsa birisi, cevap “evet var” olacaktır. Ancak sorunun ölçeği nedir bilmiyoruz. Her geçen gün artarak fuhuş gündeme geliyor. Porno video ve CD’lerin satışlarının yapıldığı yerler biliniyor. Herkes bunları nereden temin edebileceğini biliyor. Sektör giderek büyüyor. Bir toplantıda “Türkiye’de çocuk pornosu sorunu var mı, çocuk fuhuşu var mı?” diye tartıştık. Herkes “evet var” diyordu ancak kimse sorunun hacmini bilemiyordu. Böyle bir araştırma yok, veri yok. Veri olması gerekir, çünkü sorunun çözümü için bir strateji oluşturmalıyız. Fuhuşa itilen çocuklarımızın, çocuk pornosunun yanısıra bir kaç kelimeyle muhakkak Türkiye’de SOS veren uyuşturucu probleminden de bahsetmek gereklidir. Bunların hepsi içiçe, çünkü bu sorunlarda kara para ana etken. Şimdi bunlara gelmeden önce risk altındaki çocuklarla ilgili Türkiye’nin durumu nedir?
Şirin : Bu başlıkları biraz daha arttırabiliriz. Onsekize yakın başlık var; çalışan çocuklar, sokak çocukları. Özellikle Türkiye genelinde unuttuğumuz ve çok fazla farkında olmadığımız kırsal alanda yaşayıp ekonomik olarak istismar edilen çocuklar var ki bunlar çocuk nüfusu açısından büyük bir oran teşkil ediyor. Bu konuda genel anlamda sorunun yalnızca ekonomik olduğunu düşünmüyorum. Çocuk hakları konusu kültürel bir alan. O bakımdan çocuklar yalnızca ailelerinin sosyal göstergeleri zayıf olduğu için çalışmıyorlar. Aynı zamanda bu bir zihniyet sorunu. Türkiye’de hakim olan bu zihniyet Dünya’nın beş kıtasına da hakim durumda. Oysa biliyoruz ki yılda 1.364.000 civarında bebek doğuyor ve şu anda doğurganlık oranımız 2.6.
Polat : Bu oran da düşmüş haliyledir. Yakın zamana kadar doğurganlık oranı çok daha yüksek seyretmekteydi.
Şirin : Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri’nin yaptığı son araştırma rakamı bu.
Polat : Burada araya girip biraz şeytanın avukatlığını yapayım. Başbakanımız (Recep Tayyip Erdoğan)“çocuk yapın yapabildiğiniz kadar” dedi bir konuşmasında. Umarım yakında bu görüşlerini değiştirecektir. Türkiye’nin en büyük sorunu nüfusun kontrol altına alınamaması yani sürekli artmasıdır. Umarım, Başbakanımız bu görüşünü değiştirecek ve tam tersi olan doğru görüşlerini toplumla paylaşacaktır. Doğu’da ailelerde yedi çocuk, on çocuk, oniki çocuk normal kabul edilmektedir. Nüfus artışının hızını kesemezsek ne yapsak, ne konuşsak hiç bir faydası olmayacaktır, sorun çözülemeyecektir.
Şirin : Türkiye’nin hane halkı ortalaması 4.2 olarak görünüyor. Buna karşılık bölgeler arası hane halkı ortalaması Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde 7.7; Trakya bölgesinde 3.2, Ege bölgesinde 3.7; Karadeniz bölgesinde ise bu oran biraz daha yüksek olarak 6.4 görünüyor. Bölgelere göre hane halkına düşen çocuk sayıları ortalamaları bu kadar yüksekken, doğan her çocuğun Dünya’ya güzel bakmasına yönelik bir ülke hazırlayabildik mi? Politika yapıcıların önce bunu cevaplandırması gerekir. Ondan sonra çocuk veya nüfus üzerine politika yapalım. Dünya’nın hiç bir yerinde nüfusun artışı veya çok çocuk, az çocuk üzerine politikanın bu şekilde yapılmaması gerekir. Ailede tek bir çocuk olsa veya yedi çocuk olsa anne baba bir ayrım yapıyor mu? Yapmıyor. Bu bir kültürdür ve bu kültürü kolay öğretemiyorsunuz. Dünya’nın hangi yerinde, ne görevinde olursa olsun insanlara bunu öğretemiyorsunuz. Risk altındaki çocuklar konusunda ise ülke ölçekli bir kaç çalışma yapıldı. Çalışmaların ışığında şu ana kadar 6.325.000 civarında çocuğun çalışma hayatıyla içiçe olduğu açıklandı. Türkiye genelinde nüfusun %42’si işsiz. Gizli işsizler dışında, tekil anlamda nüfusun %8,5’i tam işsiz. Sosyal güvenceden yoksun olan %42’yi ele aldığımızda bu nüfusun %19’u yoksullukla içiçe, %14’ünün ise yoksulluk sınırının altında yaşadığı gerçeğiyle yüzyüze geliyoruz. Bu durumda toplam nüfusun (69.386.000) yarısından çoğu işsiz ve sosyal güvenceden yoksunsa, bu nüfus grubunun çocuklarını da risk altında kabul etmek durumundayız. Ülke ne yapıyor buna karşılık? Ülkenin kandırmaca oynadığını söylemek istiyorum. Ekonomik büyümeyle ilgili rakam açıklandı: 5.7. Bir ülkenin ekonomisinin 5.7 oranında büyümesi demek, bu büyümeden yoksullara önemli oranda sosyal payın düşmesi gerekirdi. Türkiye’de bu ekonomik büyümenin risk altındaki gruplara sosyal değer üretimine dönüşmediği ortada. S on beş yılda sosyal hizmete muhtaç olan çocuk oranında da yükselme olmuştur. Bölgeler arası ekonomik gelişme oranındaki farklılaşma nedeniyle bu çocukların eğitim sorununa bu olumsuzluğun nasıl yansıdığını da göstergelere dayalı olarak bilmiyoruz. Burada sevgili kızlarımızı unuttuk. Bu ülkede okul çağı kız çocuklarımızın %29’u okul dışında, okuma yazma bilmiyorlar. Bu çocuklar risk altında değil mi?
Polat : Asıl risk altında olanlar onlar zaten. Düşünün eğitime katılmayan kız çocukları büyüyorlar ve anne oluyorlar. Okuma yazma bilmeyen annenin çocukları da nasıl yönleniyor, topluma nasıl katılıyor, bu da diğer bir büyük sorun. Eğer Türkiye’nin çıkışını yakalayacaksak, kız çocukların eğitimini çözmeliyiz. Esas problem burada.
Şirin : Bunu biraz daha genelleştirmek istiyorum. Türkiye’de kadın öncelikli özgürleşme ve sosyal değer üretimi gerçekleşmedikçe; Türkiye’nin kendini gerçekleştirmesi ertelenecektir. Kadının çocuk hakları açısından dönüştürücü gücünü de dikkate alarak kız çocuklarını merkeze alan; ilgi odağı yapan, yeni bir paradigmaya - dönüşüm projesine - ihtiyacımız var. Bu dönüşümü başaran Türkiye, diğer on sekiz başlık altında sıralanan çocuk sorunlarını aşabilir; aşabilme noktasına gelebilir. Burada genel anlayışlarla çelişen aykırı bir görüşümü de belirtmek istiyorum: Bu ülkede kadına kendini gerçekleştirme olanağı tanımayan erkek egemen zihniyetin hakimiyeti sürüyor. Bunun kadar önem verdiğim ikinci tespitim şu: Bu ülkede, haklarını bilen çocukların yetişmesini istemeyen yetişkin zihniyeti hâlâ hakimiyetini sürdürüyor.
Polat : Yüzyıllardır bir teba olarak yaşamış toplumda birey olmaya geçiş epey problemlerin ve sıkıntıların yaşandığı bir sorun. Birey olabilmek bambaşka bir şey. Birey olabilmenin birinci koşulu haklarını arayabilen kişi olmaktır. Haklarını arayabilmenin birinci koşulu nedir? Kendi varlığını kabullenmek ve kendi değerini bilmektir. Bu koşul gerçekleşmemişse birey olmuyor. Birey olmazsa yönetim çok daha rahat hareket edebiliyor; çünkü ortada haklarını talep eden olmuyor, her yapılan sessizce kabulleniliyor. Böyle bir sorunumuz var.
Şirin : Çok kolay yönetildiğimiz konusunda benzer düşünceleri paylaşıyoruz. Evet’çiyiz. Ama ben “hayır”diyebilen bir Türkiye istiyorum. “Hayır” diyebilen bir çocukluk istiyorum. Soru soran bir çocukluk istiyorum. Eleştirebilen, eleştirel aklını kullanabilen bir çocukluk istiyorum. Ve herşeyden önce yalnızca kendi için yaşayan değil aynı zamanda sosyal duygu yüklü bir çocukluk istiyorum. Ülkemizin önce bu yolculuğa çıkabilmesinde diğer en temel engel, ülkenin henüz çocukların Cumhuriyeti olamamış olmasıdır. Evet, bu ülke çocukların Cumhuriyeti olamamıştır. Niçin çocuk cumhuriyeti olamadığımıza çocuk hakları fotoğrafımıza bakarak cevap verelim: Haklarını bilen çocuklar bu fotoğrafta ne kadardır? %3’ü, %4’ü geçmez. Bu fotoğraf Türkiye’ye hiç yakışmıyor.
Polat : Çocukların kendilerini ifade edebilmesi gerekli. Çocuklar herkesin aynı olmadığı, farklı olduğu bir yaşamı hakediyorlar. Burada hiç unutmadığım bir olgudan bahsetmek istiyorum. Çocuk, yurtdışından Türkiye’ye gelmiş, okula başlamış. Bir hafta sonra ağlayarak “ben bu okulda okumayacağım” demiş annesine-babasına. “Niye” diye sorulduğunda, çocuk; “Bir resim çizmemi ve boyamamı istediler. Öğretmen maviyle boyuyacaksın dedi halbuki ben pembeyle boyamak istiyordum. Pembenin nasıl duracağını çok merak ediyordum ve öğretmen bana çok kızdı bağırdı. Ben böyle bir okul istemiyorum.” diye problemini anlatmış. Bu gerçekten altı çizilerek verilecek, çok şey ifade eden bir örnek. Bizim eğitim sistemimizi de anlatıyor. Bütün bu çizdiğimiz tablodan sonra çocuk hakları için acil bir durum içerisinde olduğumuzu görüyorum.
Şirin : Çocuk hakları her zaman acil bir sorundu Türkiye’de.
Polat : Hep acildi zaten ve acildeyiz. Acil eylem plânımız vardı. Ana başlıklarıyla bunları sizden alalım.
Şirin : Çocuk Vakfı, 20 Kasım 1999’da Çocuk Hakları Okulu’yla başlayan süreçte, eğitim ve öğretim çalışmaları içerisinde öncelikli yapılacak çalışmaları düşündük. Sizlerle ve çocuk hakları uzmanlarıyla yaptığımız görüşmeler sonucunda Çocuk Acil Eylem Planı’nı hazırladık. Plân, on maddeden oluşuyor ve her çocuğun hayata iyi bir başlangıç yapabilmesini teminat altına alan bir anayasa maddesi de öngörüyor. Bu öngörü şu cümleden oluşuyor: Çocuk, toplumun güvencesi ve geleceğidir; Devlet, çocukların hayata iyi bir başlangıç yapabilmelerini sağlamakla yükümlüdür. Plânın diğer açılımlarını da kısaca şöyle özetleyebiliriz: Doğan her çocuğun yaşama, hayatta kalma, korunma, maddi ve manevi gelişimi Devlet tarafından sağlanır. Çocuğun medeni, sosyal, kültürel ve ekonomik imkanlardan eşit ve ayrımcılık gözetmeden yararlanması için bütün engellerin kaldırılması Devlet’in görevidir. Devlet, yapacağı düzenlemelerle çocuğun görüşünün alınmasını ve çocuğun yüksek yararının hayata geçirilmesini kabul eder. Haklarını bilen kuşakların yetiştirilmesi Devlet’in güvencesi altındadır. Bu taslak önerimiz şu anda Mecliste. Umarım Anayasa değişiklikleri sırasında gündeme alınır ve bir anlamda Türkiye’de çocuğun özneleşme süreci, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin kabulünden sonra Anayasa çerçevesi içine alınmış olur. Çocuk haklarına yönelik 27 Ocak 1995 tarihinden bu yana 17, 29 ve 30. maddelerdeki ana dil ve yayına ilişkin yasakların zimnen kalktığı da ortada. Çocuk Hakları Acil Eylem Plânı’mızda bu da var. Plan, çocuk ve yetişkinlere yönelik ülke ölçekli çocuk hakları eğitim ve öğretim projesinin acilen başlatılması görevini Milli Eğitim Bakanlığı’ndan talep ediyor. İnsan hakları temelinde; birincil kuşak haklar medeni ve siyasi haklar, ikinci kuşak haklar ekonomik, kültürel ve sosyal haklar ile üçüncü kuşak haklar dayanışma hakları çocuk hakları öğretiminde esas alınması için Türkiye’yi gönüllü çocuk hakları ortaklığına hazırlamalıyız. Çocuk haklarını davranış kültürüne dönüştürecek ülke ölçekli eğitimi programını başlatarak yeni bir başlangıç yapabiliriz. Bu yönde adımların atılmasını çok istiyoruz. Hatırlarsanız, sizin de uzmanı olduğunuz alanda bir şeyler düşünmüştük. Çocuk ihmali ve istismarına, ekonomik, cinsel ve duygusal istismara maruz kalan çocuklar ve risk altındaki bütün çocukların korunması amacıyla her yerleşim bölgesi için eğitim ve danışmanlık merkezlerinin kurulmasını önermiştik. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin uygulanabilmesine yönelik olarak özellikle otuziki kanunda değişikliğin yapılması da hâlâ gündemde yok.
Polat : Burada hemen şunu eklemek gerekiyor. Bu Çocuk Hakları Acil Eylem Planı gösteriyor ki kanunlar değişmedikçe, toplumun görüşü ve toplumun bilinci oluşmadıkça ve çocukların katılımı olmadıkça çocuk haklarıyla ilgili yol alabilmemiz ancak kısa ve sürekli olmayan minicik alevler halinde atılımlar şeklinde mümkün olacaktır. Yine bir örnek vermek istiyorum: 1950’li yıllarda İsveç’te eğitimde palaskayla dayak mevcut. Resmi yönetmelikte yazdığı üzere belli bir sebep için bir palaska, diğer bir sebep için iki palaska vurmak gibi. Çok kötü dayak yiyen çocukların ardından anneler ayaklanıyor ve üç hafta üstüste en büyük meydanlarında toplantılar yapılıyor. Toplumun soruna sahip çıkmasıyla bugün gelinen nokta ise; İsveç’te sokakta bir anne çocuğunu döverken görürseniz ve bunu en yakın karakola ihpar etmezseniz üç hafta hapis cezası alıyorsunuz. Yani eğitimde dayaktan bu bilince gelinmiş. Demek ki yurttaş hareketine ihtiyacımız var. Bu düşünceden hareketle yaklaşık üç aydan beri ‘Çocuk Hakları İçin Yurttaş Hareketi’ ismini verdiğimiz bir hareketi başlattık. www.0-18.org adresinden izlemek ve katılmak mümkün. Siz, Çocuk Vakfı’nda yıllardan beri toplumla içiçe birşeyler yapmanın çabası içerisindesiniz. Tabii bütün bu konuşmalardan kötümser bir noktada olmadığımızı belirtmek istiyorum. Sizden de iyimser birşeyler duymak istiyorum çünkü “ne yapsam düzelmeyecek” duygusu yaratmamak gerekiyor.
Şirin : Asla umutsuz olamayız. Çocuk Hakları Okulu’nu “umut var, ve hep olacak” cümlesiyle açmıştık. Burada iki konuya daha değinmek istiyorum. Çocuk Hakları Acil Eylem Plânı’nda Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 40. maddesinde de temellendirilen çocuk adalet sistemine de yer vermiştik. Çocuk adalet sistemi, risk altındaki çocuklar için çok önemli ve son on yıl içerisinde sorunlar neredeyse kördüğüm haline gelmiş durumda. Kanunla ihtilaf halindeki çocukları ceza kontrol sisteminden kurtaracak çocuk adalet sistemini kurmamız gerekir. İki yıl önce, Adalet Bakanlığı’na verdiğimiz rapor çerçevesinde çalışmaları sürdürüyoruz. Kuracağımız çocuk adalet sistemi çocuk hukuku merkezli, çocuğa özgü adalet anlayışına dayalı, önleyici, koruyucu, onarıcı işleve sahip olmalıdır. Çocuk dostu medya düzenini de Çocuk Hakları Acil Eylem Plânı içine dahil etmeliyiz. Gabriel Mistral’den sözetmeden çocuk haklarına yönelik bir programı noktalamak haksızlık olur. Gabriel Mistral; “Çocuk şimdidir, onu geleceğe erteleyemezsiniz” demişti. Biz bu gün hem çocukla ilgili şimdiyi yani yaşadığımız çocuk gerçekliğini, hem de en azından yakın geleceği konuştuk. Çocuk dostları, çocuk ödevine yönelmiş olanlar, çocuk haklarını hayatının her anında içselleştiren bizler, asla kötümser olamayız. Her an kendimizi çocuğa daha yakın hisseden insanlar olarak çocuk dünyasında umutla yolculuğumuzu sürdüreceğiz. Evet, umut var, ve hep olacak! Bu yolculukta, herkese başarılar diliyorum. Yeni çocuk ödevlerinde buluşmak üzere.
Polat : Ben de “önce çocuk” deyip programı bitiriyorum. Teşekkür ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder