Gezer : Bu ilk programla, Açık Radyo’da ilk defa spesifik olarak “Çocuğun Hakları Var” adı altında çocuk haklarıyla ilgili bir dizi program yayınlanmaya başlamış oldu. Neden bu radyo programlarını yapmak için yola çıkıldı? Amaç nedir?
Polat : Çocuk benim için çok önemli bir kavram. Çeşitli boyutlarda önemli; hem çalışma yaşamımda “çocuk ve şiddet” ile ilgili akademik çalışmaların yoğunluğu hem de bunun toplumda yapılabilirliğini sağlayabilmek adına yaklaşık onbir yıldan beri sürdürdüğümüz sivil toplum çalışmaları boyutunda çalıştığım bir konu. Tabii bu çalışmalar yapılırken en büyük sıkıntı; hep biz birşeyler yapıyoruz, insanlarla birlikte birşeyler üretiliyor, ama sorunun asıl sahibi olan toplum ve çocuklar pek haberdar değiller - neler oluyor, neler yaşanıyor, problemler nedir? Çocuk hakları konusunun muhakkak toplumda yaygınlaşması gerekiyor. Tabii bir konuyu hızlı ve etkin şekilde yaygınlaştıracaksanız medyayı devreye sokmak gerekiyor. Bütün iletişim boyutlarında tüm kanalları kullanmak gerekiyor. İşte radyo programı da böyle bir toplumda bilinç oluşturma aracı ve bence Açık Radyo’da çok doğru bir yerdeyiz. O yüzden böyle bir programa başlayalım ve hem uzman görüşlerine yer verelim, hem çocukların görüşlerine yer verelim, hem de bunları biraz tartışalım diye böyle bir yola çıktık.
Gezer : “0-18 Vurursan Kırılır” sloganıyla başlatılan Çocuk Hakları İçin Yurttaş Hareketi’nin başkanısınız ve Açık Radyo’da yayınlanmaya başlayan bu program dizisiyle bu hareketin duyurulması ve geniş katılıma ulaşılması için katkıda bulunuyorsunuz. Tamamen özgür bir platformda Ocak 2003 de başlatılan bu hareketin amacı; taraf devlet olarak imzaladığımız Birleşmiş Milletlerin Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi’nin ülkemizde uygulanmasını desteklemek ve takipçisi olmak. Kısaca Çocuk Hakları İçin Yurttaş Hareketi’nin hedeflerinden bahsedermisiniz.
Polat : Çocuk Hakları İçin Yurttaş Hareketi bence çok önemli bir adım. Neden önemli? Çünkü çocukla ilgili konularda problemlerini çözmüş ülkelere baktığımızda, çözümün hep sivil toplumla başladığını ve ancak onlar işin içine girdiği zaman adımların atıldığını, sonuçlara ulaşıldığını görüyoruz. Demek ki yurttaş hareketi dediğimiz şeye çok büyük bir gereksinme var. Bu, tüm sosyal problemler için geçerli ama çocuk hakları için bence daha da geçerli. Çocuk özellikle bizim toplumumuz açısından çok ilginç bir kavram. Öyle ki çocuk, herkesin içselleştirdiği ve sahip çıktığı bir konu, bir özne ama herkes hep “benim çocuğum” diye başlıyor konuşmaya. Ancak; çocuğun bağımsız bireyliği sözkonusu. O zaman bunu çocuğun hakları anlamında değerlendirip, öğrenip birlikte kalıcı birşeyler yapabilmenin platformunu oluşturmak gerekiyordu. Çocuk Hakları İçin Yurttaş Hareketi bunun ilk adımı. Öncelikle web sitesi oluşturularak başlandı çalışmaya. Daha sonraki aşamalarda diğer iletişim yöntemleri ve diğer kaynaklarla beraber daha da yaygın bilgilendirme ve de katılımı hedefliyor. Eğer çocuk hakları Türkiye’de belli bir yere gelecekse, bunun mutlaka herkesin katılımıyla yapılması gerekiyor. Bence böyle bir platforma çok büyük ihtiyaç vardı.
Gezer : Bu platformun oluşturulması için ne gibi gerekçeler var? Biliyoruz ki ya da bilmiyoruz ki 1989 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Birleşmiş Milletler’in imzaya açtığı Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi’ni imzaladı. Böylece Türkiye kendi çocukları konusunda bir takım bağlayıcı yükümlülükler altına girdi. Girdi ve ’89 dan bu yana neler oldu, neler olması gerekirdi? Türkiye’de çocuğun durumu nedir?
Polat : Öncelikle olumlulardan başlayalım. Sözleşmeyi imzalayan ilk ülkelerden biriyiz. Bu iyi bir konum başlangıçta ama ikinci aşaması çok uzun bir zaman. Sözleşme altı yıl bekledikten sonra ancak meclis tarafından onaylanıyor. Üçüncü aşaması ise uyum yasaları ve içselleştirme. İçselleştirme iki aşamalı; birincisi hem ilgili kanun maddeleri değiştirilecek – yasalara Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne uygun bir şekil kazandırılacak ve çocuk haklarının ülkede uygulanması sağlanacak, ikincisi toplum bunu öğrenecek, içselleştirecek - günlük yaşamında da canlı kılacak.
Gezer : Çocuk hakları maalesef toplumumuzda pek bilinmiyor. Oysaki Sözleşme’nin ve ilkelerinin yetişkinler kadar çocuklar tarafından da bilinir olması Devlet’in yükümlülükleri arasında. Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi’nin 42. maddesi sözleşmenin yaygın olarak tanıtılmasını hükme bağlıyor. Madde de deniliyor ki“Taraf Devletler – ki Türkiye taraf devlettir, Sözleşme ilke ve hükümlerinin uygun ve etkili araçlarla yetişkinler kadar çocuklar tarafından da yaygın biçimde öğrenilmesini sağlamayı taahhüt ederler.”Sorumlunun Devlet olduğu anlaşıldı ama tabii ki demokrasilerde olmazsa olmaz üç temel unsur var. Bunlardan birisi devlet, birisi sivil toplum ve birincisi ise yurttaşlar. Dolayısıyla Sözleşme’nin tanıtılması devletin sorumluluğu ama bu görevi yerine getirirken demokrasiye aktif katılımda bulunma becerisine sahip yurttaşların ve sivil toplumun desteği gerekiyor. Şimdi Çocuk Hakları İçin Yurttaş Hareketi’nin başlatılma gerekçesi çok daha açıklık kazandı ve röportajlara bakıldığında bunun haklı bir gerekçe olduğuda meydanda. Açık Radyo’nun da uygun ve etkin bir eğitim medyası olduğu aşikar.
Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin varlığından haberdar olduk. Türkiye’de çocuğun durumunu iyileştirmek için atılmış olması gereken temeli konuştuk ki bu gerekçeler nedeniyle Çocuk Hakları İçin Yurttaş Hareketi’ni başlattığımızdan bahsettik. Genel olarak Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin amacı ne, Sözleşme’nin kapsamı nedir, çocuk haklarının insan haklarından farkı nedir?
Polat : Çocuk Hakları Sözleşmesi; adı üzerinde, bir sözleşme ve çocuğun haklarını içeriyor. 1948’de İnsan Hakları Sözleşmesiyle başlayan haklar boyutu bir dönemden sonra artık belli gruplara yoğunlaşmış, detaylandırılmış ve özelleştirilmiş, sözleşmeye gereksinim duyulunca ortaya çıkan bir kavram. Kadınlar için CEDAW sözleşmesi var, çocuklar için de Çocuk Hakları Sözleşmesi var. İlk defa 1980’de Polonya’nın başlattığı bir çalışma. Polonya’nın bu çalışması ’89 da BM’nin bir oturumunda kabul ediliyor. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin en büyük özelliği dünyadaki en hızlı ve en yaygın kabul gören sözleşme olması. Gerçekten şu anda dünyada ki tüm ülkeler, bir tek Somali hariç –o da hükümeti bir türlü olamadığı, muhatap bulunamadığı için imzalamamış, geri kalan tüm ülkelerin imzaladığı bir sözleşme. Sözleşme toplam 54 maddedir ama 42 tane uygulama maddesi içeriyor. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin temel ruhunda çocuğun bir birey olarak kabulü ve mümkün olabilecek en iyi şekilde bir birey olarak yetişmesi için, erişkinlikte yapması gereken şeyleri en iyi şekilde yapabilmesi için gereken unsurları ve bunun için yapılması gerekenleri kapsıyor. Daha net söyleyecek olursak çocuğun “korunması”, “yaşatılması”, “geliştirilmesi” gibi kavramları içeriyor ve gözardı edilen, en az gündeme gelen, halbuki Sözleşme’nin ortaya çıkış nedeni olan “katılımı” da kapsıyor. Çocuk Hakları Sözleşmesi diyor ki; çocuklar için en iyi şey yapılacak, çocukların yüksek yararı temel prensip olacak ama bunu yaparken çocuğun görüşü de mutlaka alınacak. Katılım özellikle bizde ve bizim gibi olan başka ülkelerde çok gündeme gelmiyor ama Sözleşme’nin en önemli maddesi çocuğun katılım hakkıdır.
Gezer : Bahsettiğiniz gibi Çocuk Hakları Sözleşmesi 45 madde ve 9 ek maddeden ibaret ve Türkiye 7. 27. ve 29. maddelere çekince koymuş. Maddelere baktığımızda Sözleşme’nin uygulamaya yönelik bazı maddeleri var. Bunlar 41. maddeden sonrakiler. Uygulamaya ait maddelerin yanı sıra ilkelerle ilgili maddeler de var. Bunlarda çocukların haklarını sıralıyor. Çocuklarımız haklarından faydalanabiliyorlar mı?
Polat : Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin Türkiye’de uygulanabilirliğini tartışacak olursak: gerçekten bununla ilgili olarak çocukla ilgili çalışan sivil toplum kuruluşları ile ’85 den başlayarak ancak esas ’95 de kurduğumuz bir Çocuk Hakları Koalisyonu platformu vardı. Bugün çok işlevsel olmasa bile o zamanlar hiç olmazsa Sözleşme’nin Meclis’ten geçmesi için büyük bir lobi çalışmasını gerçekleştirmiştik. Sözleşme Meclis’ten sadece üç çekinceyle geçti. Şimdi artık önemli olan; sözleşme yaygınlaşsın, kanunlar değişsin ama Türkiye çekincelerini kaldırsın. Bu konu hiç gündeme gelmemekle birlikte bu büyük bir sıkıntıdır, vurgulamakta fayda var. Çekincelere neden olan maddelerin içeriği şu: deniliyor ki Türkiye’nin azınlıklar anlamında kabul ettiği sadece dört tane azınlık grubu var. Bunlar dışında bir başkasını Devlet politikası itibarıyla kabul etmiyor. Halbuki Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde bu önemli değil, böyle bir kavram yok. Çekince konulan maddelerde herkes kendi dilinde eğitim görme, konuşma, okuma özgürlüğüne, radyo dinleme, televizyon izleme özgürlüğüne sahiptir denilmektedir. Günümüz koşullarında bunların bir daha tartışılıp çekincelerin kaldırılması gerekiyor. Çok geç bile kalındı.
Türkiye’de çocuğun durumuna temel prensip olarak bahsettiğimiz, çocuğun yaşatılması, geliştirilmesi, korunması ve katılımı olarak baktığımız zaman; geliştirilmesi kapsamına eğitim girmektedir. Eğitimde çok ilginç bir tablomuz var ve bu tablo ülkemizin hem bugününü hem de geleceğini çizen bir tablo. İlkokula başlama oranı hem kız hem de erkekelerde %85’lerde. Bu oran sekiz yıllık temel öğretimin ardından kızlar için birden %45-50’lere düşüyor. Bu çok büyük bir sıkıntı. Kız çocukların eğitim almaması, okutulmaması kendi kazanımlarından mahrum bırakılmalarının yanı sıra yarınlarda anne oldukları zaman çocuklarına herhangi birşey veremeyecekleri anlamına da geliyor. Böylelikle kayıp bir kuşaktan bahsetmiş oluyoruz. Demek ki ilk adım olarak kız çocukların eğitimini sağlamak zorundayız. Bu gerçekten çok önemli bir adım.
Gezer : Çocuğun hakları var dedik ama kız çocukların eğitim eksikliğinden bahsettik. Halbuki sözleşmenin 2. maddesi hiçbir ayrım gözetilmeksizin her çocuk haklardan yararlanır diyor. Örneğin özürlü çocuklarımız var, kimsesiz olan, şiddete maruz kalan çocuklar var, çalışan çocuklarımız var, evsizler var ve suça itilen çocuklarımız var. Bunlar çocuklara karşı ayrımcılığın bazıları. Bu açıdan Türkiye’yi nasıl değerlendiririz.
Polat : Çocuk konusuna genellikle sokaktaki insanın bakışı “benim çocuğum ve diğerleri” şeklinde. Özellikle “diğerleri” dendiği zaman sokaktaki çocuktan bahsediliyor, suça itilen çocuktan bahsediliyor, diğer korunmaya muhtaç çocukların hepsinden bahsediliyor. Bu gerçekten önemli bir problemimiz. Hepimizin çocuğu var, kendi çocuğumuz var ama sokaktaki çocuklar ve diğer çocuklar da hepimizin çocuğu. Bu yaklaşıma sahip olmak zorundayız. Bu duyguyu hissetmek zorundayız. Halbuki bunu Devlet bile tam olarak hissedemiyor. Bunun ötesinde bu tip konularda çalışırken özellikle bir bilim adamı olarak benim bir sıkıntım var. Çocuk konusunda çok fazla söz söyleyen hem bürokratlar hem de politikacılar var ama sayısal veriler çok kısıtlı. Şu anda bile Türkiye’de ‘korunmaya muhtaç çocuklar’ yada ‘özel korunma tedbirlerine muhtaç çocuklar’ dediğimiz gruplar içerisinde en çok bilineni sokak çocukları. Bu hem çok gözönünde oldukları için herkesin öyle yada böyle fikir sahibi olduğu bir grup. Ama sokak çocuklarının sayısı dediğiniz zaman böyle bir sayı yok. Devlet öncelikli olarak ağırlığını sokak çocuklarına vermiş ve onlar için birşeyler yapmaya çalışıyor. Politika üretiyor ama bir durum saptaması halen yapmamış durumda. Kısıtlı ve fokal birkaç üniversitenin yaptığı, bizim yaptığımız çalışmalar dışında Türkiye’nin genel bir haritası yok. Bu her türlü çalışmanın yapılmasında zemin eksikliğine neden olduğundan çok kötü.
İstismar ve şiddet Türkiye’de yine çok önemli bir sorun çünkü dayak disiplin yöntemi olarak yüzyıllardır kabul görmüş bir olgu. Okullarda, evlerde dayak halen üzerini aşamadığımız bir problem ve bununla ilgili verilerimiz yok. Yani durum saptaması yapmadan geleceğe yönelik planlama yapmak oldukça sıkıntılı. Strateji yaratmada sıkıntı oluşturuyor. O yüzden öncelikle bunun aşılması gerekiyor. Devlet politikasını belirlerken genellikle hep bugünü kurtarmak üzerine yoğunlaşıyor. Gündem içerisinde “ben şunu yaptım” demek üzere birkaç şey yapılıyor ama öncelikle durum saptaması yapılması gerekli. Çok geç bile kalındı.
Korunmaya muhtaç çocuklar açısından yapılması gereken şey var; birincisi bu durumda bulunan çocukların kurtarılması, ikincisi ise bu çocukların sayısının artmasının önlenmesidir. Koruyucu/önleyici çalışmalarla ilgili de hemen birşeyler yapmak gerekiyor. Yapılmazsa sayı artıyor. Bu öyle bir durum ki siz var olan korunmaya muhtaç çocuklar için birşeyler yaparken, eğer önleme çalışması yapmazsanız, arkadan yağmur gibi diğerleri geliyor. Artan nüfus, işsizlik, göç gibi global şeyleri aşmak mümkün değil. Bunlar sağlam devlet politikası gerektiren, Devlet’in yapacağı şeyler ama en azından kanunda bazı hususları değiştirmek gerekiyor. Yani Türk Ceza Kanunu’na bakıyorsunuz ensest –zamanı geldiğinde uzmanlarla daha derin tartışacağız– aileiçi istismar Türkiye’nin en büyük sorunlarından bir tanesi. TCK yedinci defa değişiyor, bugün hala yeni tasarı gündemde, tartışılıyor ve aslen tasarıda ensest sadece ‘aileiçi fena muamele’ olarak geçiyor. Tüm dünyada ensest tek başına bağımsız bir ceza maddesi olarak varken bizde hala aileiçi fena muamele olarak geçiyor. Sulhi Dönmezer hocamı buradan saygıyla anıyorum ama hala kendisiyle yıllarca süren kavgamız devam ediyor. Halen kendisinin ‘aile bütünlüğünün bozulmaması için bunun böyle kalması gerektiği’ şeklinde görüşleri var. Bu görüşe katılmıyorum. Kurumlardan önce bireyleri koruyacaksak ki doğrusu budur, o zaman öncelikle çocuğun böyle bir sorunla karşı karşıya kaldığı zaman kanundaki korunma boyutunu sağlamamız gerekiyor.
Gezer : Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin uygulamaya dair maddeleri üzerinden geçiyoruz. Maddelerden bir tanesi de “çocuğa tanınan hakların uygulanması için gereken her türlü tedbir alınır” şeklinde. Acaba Türkiye’de Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne dair uyum yasaları çıkarıldı mı? Mevcut durum nedir?
Polat : Bunun cevabını verirken bardağın yarısı boş yarısı dolu diye bakmak gerekiyor. Ben nasıl bakıyorum? Çocuklardan yana baktığımızda yarısı boş gibi geliyor. Düne baktığımız zaman günümüzde yarısı dolu gibi geliyor. Uyum yasalarının bazıları çıkmaya başladı. Gerçekten Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne uygun olarak bazı şeyler düzeltiliyor ama ‘çalışan çocuklar’ başta olmak üzere birçok konuda halen hiçbir şey yapılmadığı da başka bir boyut. Özellikle ‘katılım hakkı’ gözardı edilmiş vaziyette. Dernekler yasası 18 yaşından sonra ancak üye olmaya izin veriyor. Bununla ilgili düzeltilmiş bir şey yok. O yüzden yapılması gerekenler ancak çok kısıtlı şekilde yapılıyor. Ancak bir başka şey daha söylemeliyim: Çocuk Hakları Şözleşmesi’ndeki uyum yasalarının çıkartılması Meclis’in görevi ama Devlet’i bunu yapmaya yöneltecek ve onları bu konuda çalışmak için baskı oluşturacak bir toplum boyutu yok. Toplumdan herhangi bir ses çıkmıyor çocukla ilgili. Kimse çok fazla konuyu umursamıyor.
Son belediye seçimlerinde şu dikkatimi çekti; dünyada belediyeler bu tip konularda öncelikli olarak işin sahibi durumundalar. Tüm korunmaya muhtaç çocuklarla ilgili açılacak yurtlar, kurumlar, o çocuklarla ilgili yapılacak şeyler için hep birinci adres belediyeler. Son belediye seçimlerimizde hiçbir partinin programında çocukla ilgili tek bir satır yoktu. Hiçbir parti çocuk haklarıyla ilgili, korunmaya muhtaç çocuklarla ilgili seçildiğimiz zaman şunları yapacağız, şunları gerçekleştireceğiz diye bir yaklaşım sergilemedi. Sanki başka sorunlar çok daha önemli, çocuğa sıra gelmiyor havasındalar. Sanki demek yanlış çünkü karşılıklı konuşmalarda bunu böyle ifade ediyorlar. Eğer bir öğretmeni öldüren tinerci çocuklardan, suç çetelerinin artmasından, eğitimde geldiğimiz olumsuz noktalardan bahsedilen günümüzde bu sorun böyle algılanırsa, yarınlarda neler olması bekleneceğinden bahsetmeye gerek yok. Durum ortada. Sorunun temelinde asıl bunlar var. Çocuk konusuna öncelik verilmemekle -bunlar detay konudur, herşeyi halledersek sonra sıra buna gelir yaklaşımı içinde olursak- bir yere varamayız.
Bununla birlikte topluma büyük görev düşüyor. Toplumun Devlet’ten talepte bulunması gerekiyor. Halbuki bantta dinledik Çocuk Hakları Sözleşmesi bile daha çok az kişi tarafından biliniyor. Bunun öğrenilmesi gerekiyor. Bir örnek vereyim: İsveç şu anda çocuk hakları ve birçok diğer konuda çok üst düzeyde algılamanın ve standardın varolduğu bir ülke. 1954’de yani 50 yıl kadar önceye baktığınız zaman bu ülkede okullarda disiplin yöntemi olarak kemer, palaska kullanılıyor. Çocuk okula geç kalırsa bir palaska, arkadaşıyla konuşursa iki palaska, yaramazlık yaparsa üç palaska... Bu yazılı bir yönetmelik olarak mevcutmuş -resmi kabul edilen cezalandırma sistemi bu. Bir gün çok kötü dayak yiyen bir çocuğun annesinin başlattığı bir hareketle; üç haftasonu üstüste meydanlarda çok büyük gösteriler yapılıyor, toplumun baskısı üzerine İsveç’te yönetmelikler değişiyor. Bu gün gelinen nokta şu: İsveç’te sokakta yürürken yanınızda bir annenin çocuğunu dövdüğünü görüp, eğer bunu en yakın karakola bildirmezseniz onbeş gün cezası var. Olayı bildirmemenin bile cezası var. Sonuçta yasaların geldiği nokta toplumun Devlet’i zorlayıp getirdiği nokta. Demek ki bizde bugüne kadar gözardı edilen ama muhakkak üzerinde çalışılması gereken boyut, çocuk hakları konusunun toplum tarafından öğrenilmesi ve duyarlılık geliştirilmesi, öğrenildikten sonra toplumun bu konuda hareketini gerçekleştirmesi.
Gezer : Burada işin sivil toplum kuruluşu boyutuna geldik. Sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri yeterli mi, etkin mi?
Polat : Çocukla ilgili çalışan sivil toplum kuruluşlarının çok daha iyi organize olmaları, çok daha aktif çalışmaları bekliyor. Bugün çevre konusunda olsun, kadın konusunda olsun sivil toplumkuruluşlarının çok iyi organize olmuş çalışmaları var ama çocuk konusunda çalışan sivil toplum kuruluşlarının pek etkin olduğunu söyleyemiyoruz. Birkaç tane arkasını belli güce dayamış kuruluşlar dışında çok fazla organize değiller, bir görünüp bir kayboluyorlar. Sivil toplumculuğun okul aile birliğinden farklı birşey olduğunun algılanması gerekiyor. Sivil toplumculuk amatör ruhla profesyonel gibi çalışmayı gerektiriyor. Bu noktaya gelinemezse hizmet üretmek bir yana hizmet üretmekten daha önemli olan o hizmetin yolunu açan ‘advocacy’ denilen ‘destek oluşturma’ çalışmalarını bile yapamaz duruma geliyoruz. O yüzden öncelikle bunların aşılması gerekiyor.
Çocuğun durumu ışığında baktığımız zaman çocuğun sağlığı boyutu gibi Devlet’in çok müdahil olarak yapması gereken şeyler var; aşılamalar, temiz su, sanitasyon gibi. Onlara hiç girmiyorum ama çocuğun bir birey olarak algılanması bazında, kurumlar anlamında yani okullar anlamında çok farklı uygulamalara ihtiyaç olduğunu vurguluyorum.
Gezer : Yurttaşların bilinçsiz yada duyarsız olduğundan bahsettik. Çocuklarla ilgili konularda sivil toplumun yetersiz olduğuna değindik. Sözleşme’nin maddelerinden biri yine aile ortamından yoksun bırakılmış çocukların Devlet’ten özel koruma ve yardım görme hakkı. Yurttaşlar bilinçsiz, sivil toplum yetersizken acaba Devlet bu edimini yerine getiriyor mu? Devlet bu konuda yeterli mi?
Polat : Bu bir bütün. Yetersizliklerden bahsettik, çocuk haklarının var olduğunun bile bilinmediğinin getirdiği sıkıntıdan bahsettik ve Devlet’in de işleri tam ve net olarak yaptığını söylemek mümkün değil. Devlet’in olanakları da yetmiyor, insan kaynakları da kısıtlı. Dönem dönem gelen partizan atamalar işin başka bir boyutu. Fakat Devlet inat ediyor, diyor ki “Ben yapacağım herşeyi, benden başka kimse hiçbir şey yapmasın”. Böyle bir sıkıntımız var. Tüm dünyada uzman kuruluşlar çalıştıkları konularda kurum bakımını Devlet’in denetlemesi altında yaparlar ve onların yaptıkları çalışmalardır model oluşturan. Türkiye’ye geldiğimiz zaman Devlet buna izin vermiyor. Tutum şu; kurumları sadece Devlet açar, sivil toplum kuruluşları onları destekler. Destek olarak da sadece Devlet Kurumlarına yapılacak ayni yardım denilen kıyafet temin etme gibi yardımlar ile maddi yardımlardan bahsediliyor. Halbuki bahsettiğim çok daha farklı bir boyut. Uzmanlaşmış dernekler bu konuda kendi hizmetlerini, hizmet yapılarını üretebilmeliler. Bu aşılamadığı takdirde bakım kalıtesinde büyük sıkıntı yaşanacak.
Hemen şunuda belirteyim, biraz önce sizi dinlerken çok karamsar bir tablo duygusu uyandı. Ben varolması gerekene göre kötü bir tablo içerisinde olduğumuzu söyleyeyim ama düne baktığımız zaman uzun ince bir yolun oldukça hızlı alındığını da belirtmek durumundayım. Dün hiç bilinmeyen, gündeme gelmeyen konularken bugün en azından tartışma ortamının başlamış olduğunu görmek bile sevindirici. Yapılan çok güzel şeyler var, eğer bunları yok sayarsak da hem çok pesimist hem de çok kötü bir tablo çiziyoruz. Halbuki durum o kadar bozuk değil. İyiye giden şeyler var ama olması gereken duruma varmak için daha oldukça fazla yapılması gereken şeyler de var.
Gezer : Gerçi pesimist olmayalım dediniz ama Devlet’in böyle bir sorumluluğu var; korunmaya muhtaç çocuklara hizmet verecek ve onları uygun yaşam standartlarına sahip olma hakkından yararlandıracak. Verilen hizmetin standartlarından biraz bahsedebiliriz ama en önemlisi biraz evvel verilerin azlığından da bahsettik gerçi ama korunmaya muhtaç çocukların adet olarak ne kadar olduğunu tahmin ediyoruz ve hizmet vermesi gereken kurumlar bu kapasiteye sahip mi?
Polat : Korunmaya muhtaç çocuklar gibi hem özürlü çocukları, sokakta çalışan çocukları, sokakta yaşayan çocukları, suça itilen çocukları hem de istismara uğrayan çocukları ele aldığınız zaman sayısal veriyi söyleyemezsiniz. Veri yok. Bu gruplardan bir tek çalışan çocuklar; onlarda sigortalı olmak zorunluluğundan dolayı kayıtları vardır ama kaçak çalıştırılanların kaydı yok. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu kayıtları çok güvenli değil. Buradan gelen kayıtlara baktığınız zaman geçen yıl için sadece üç tane; en uçlar akılda kaldığı için ensesti örnek veriyorum, ensest vakası olduğu söyleniyor Türkiye genelinde. Bunlar çok inandırıcı rakkamlar değil yani biz sadece yaşadıklarımızla biliyoruz ki çok daha fazlası var Türkiye’de. O yüzden sayısal verilerde sıkıntımız var ama bence asıl sıkıntı şuradan kaynaklanıyor; hizmet üretmek, beraber çalışmak kavramına ulaşmak gerekiyor. Devlet’in hem sivil toplum örgütleriyle hem üniversiteyle iç içe beraber çalışmayı öğrenmesi gerekiyor. Tabii bunu yaparkende bu konunun uzmanı olan kişilerin belli bir düzeyde olmasını sağlaması gerekiyor. Fakat biz de bir tek Hacettepe’nin Sosyal Hizmetler Yüksek Okulu’nun dışında ikinci bir okul yok. Türkiye’de sosyal hizmet uzmanı yetiştiren ikinci bir okul yok. Çocuk istismarı gibi Türkiye’nin en büyük sıkıntılarından birinin okulsuzluğu sözkonusu. Tıp fakülteleri dışında başka fakülte yok. Halbuki baktığımızda bu konu psikoloji öğrencisini çok ilgilendiriyor, sosyoloji öğrencisini çok ilgilendiriyor. Konunun tıp fakültesi derslerine girmesi ancak son beş yıldadır. Pediyatri ve adli tıp dersleri ile başlamıştır. O da sadece öğretim üyelerinin kişisel yaklaşımları ve yapılan birkaç toplantı sonrasında gündeme gelmiştir. Yoksa YÖK’ün bir kararı olarak oturmamıştır ancak şu anda pratikte uygulanmaktadır. Eğitimini oluşturamadığınız bir şeyin de sonuçta uzmanını yetiştiremiyorsunuz. Yetişmiş olan uzmanları da şimdi olduğu gibi; şu an furya, sosyal hizmetlerde sürekli herkesin yeri değişiyor, bu şekilde başka yerlerden başka yerlere gönderirseniz ve onlardan alacağınız hizmetin kalitesinide çok aşağılara düşürürseniz o zaman hiçbir şey yapamaz duruma düşüyorsunuz.
Hiç özürlüler konusuna girmiyorum. Özürlüler Türkiye’de henüz doğru dürüst tanımlanmamış bir kavram ve özürlü çocukların durumu, onlarla ilgili yapılması gerekli şeylerle ilgili çok kısıtlı çalışmalar var. Onlara girmiyorum. Türkiye sadece bunun bir ayıbını yaşıyor onu söyleyeyim. Herhalde başka hiçbir ülkede olmadığı kadar özürlü insanımız evinde saklanıyor. Halbuki özürlü insan bu toplumda yaşamaya hakkı olan herkes gibi; çocuk dahil olmak üzere, bir birey ama biz onları hiç görmüyoruz, yaşamı onlar için hiç kolaylaştırmayan ve onları hiç düşünmeden yaşayan bir toplumuz. Çok basit önlemlerle bu sağlanabilir birşey ama biz daha bu konuda kafa yormaya başlamadık. Bu başka bir sıkıntı. Bir programımızda uzun uzun konuşacağız. Pesimist tablo buradan çıkıyor. Hakikaten daha yapılması gereken o kadar çok şey var...
Gezer : Biraz da çocuğun eğitim görme hakkından bahsedelim. Kız çocukların eğitimden yararlanamadıklarından bahsetmiştik. Eğitimsiz kaldıklarından bahsetmiştik. Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre çocuğun kız erkek ayrımı yapmadan eğitim görme hakkı var. Bunun yanısıra eğitimin kaliteli ve kapsamlı olmasıda gerekiyor. Eğitim açısından Türkiye acaba nerede?
Polat : Eğitim açısından nerede olduğumuz konusunda tartışmaya girmeden önce eğitimin yaygınlaştırılmasını sağlamak gerekiyor. Çünkü eğitimin gerçekten kız çocuklar için yok varsayıldığı bir ortam var günümüzde. Zorunlu ilköğretimin sekiz yıla çıkması çok büyük bir avantaj, aşama oldu ama sonrasında görüyoruz ki kız çocukların eğitimlerine devam etmemesi çok büyük bir sıkıntı. Muhakkak aşılması gerekli bir sıkıntı. Eğitimin kalitesi ikinci aşama. Eğitimin kalitesi üzerine konunun uzmanlarının yapacağı çok şey var. Eğitimin ezberci bir sistemden, düşünmeye yönelik bir sisteme geçmesi lazım. Bu da zaman içinde aşılacaktır. Eğitimi çözersek bir çok konuyu zaten çözeceğiz buna ben çok inanıyorum. Bugün yaşadığımız bir çok sorunun eğitim sayesinde bir daha yaşanmayacağını söyleyebiliriz.
Gezer : Çizdiğimiz tablo için her ne kadar pesimist olmaya gerek yok dediysek de, yeni yeni bu konuların konuşulmaya başlandığından, artı bir puan olarak bahsetsek de oldukça pesimist bir tabloyla da karşı karşıyayız açıkçası. Biraz da çok kısa olarak çocuğun madde kullanımından bahsedelim. Türkiye’de çocuklar arasında uyuşturucu kullanımı, alkol kullanımı ve bağımlılığı yaygın mı ve bu konuyla ilgili gerek sivil toplum kuruluşları gerekse Devlet ne gibi çalışmalar içerisinde?
Polat : Madde bağımlılığı, uyuşturucu Türkiye’nin her geçen gün artan bir sorunu. Kartopu gibi büyüyor. Bu var olan tüm sorunların ötesinde Türkiye’nin uyuşturucu trafiğinde kavşak noktası olmasıda büyük bir problem. Artık ilkokul çağına kadar inmiş bağımlılık olgularını gördüğümüz ve onlarla karşı karşıya olduğumuz bir durumdayız ve biran önce bununla ilgili birşeyler yapmamız gerekiyor. Her geçen gün gencecik çocuklarımızı kaybediyoruz. Daha da dramatik ve kötü bir tablo geliyor. Bunu hemen belirteyim. İleriki programlarda bu konuyu derinlemesine konuşacağız.
Gezer : Bundan sonraki programlarda nasıl bir format izleyeceksiniz ve konuklarınız kimler olacak?
Polat : Amaç bu programda çocuk haklarının bütün boyutlarıyla tartışılması ve çocukla ilgili konuların gündeme gelmesi olduğu için şöyle bir yol izlemeyi düşünüyoruz: konunun uzmanlarıyla, sivil toplum çalışanlarıyla beraber olacağız ve onlarla bu konuda söyleşeceğiz. Çocukla ilgili spesifik konu neden problem, Türkiye’de durum nasıl, dünyada durum ne, sorunu aşmak için neler yapmalıyız gibi soruların cevaplarını içeren bir gündemimiz olacak. Önemli olan insanların çocuk haklarını duymaları. Duyunca merak etmeliler ve öğrenmek istemeliler. Öğrendikten sonrada bu konunun önemini kendileri içselleştirerek, kabullenerek “ben de bu konuda birşeyler yapmalıyım” noktasına gelmeliler. İşte bu noktaya geldikten itibaren kişiler kendileri gibi düşünen diğerleriyle biraraya gelmeliler ve bunların aynı çatı altında buluşarak üretecekleri muhakkak artı değerler olacaktır. Bu artı değerlerdir ki Türkiye’de çocuk haklarını olması gereken noktaya getirecek olan.
Belki denizde bir damla boyutunda da olsa yararı olursa bu program amacına ulaşacaktır. Her sorunun halli için önce konuyu tartışmak gerekiyor. Ne zaman tartışmaya başlarsanız o konuda yol almaya başlamışsınız demektir. Artılarıyla eksileriyle konunun her boyutunun bilinmesi gerekiyor. Yine ensestten örnek verelim. Ben hukuk fakültesinde derse girerken hep onu söylerdim. “Çocuklar Türkiye’de ensest var mı?” derdim. Cevap “Hayır, bizde olmaz. Örf ve geleneklerimize aykırıdır.” olarak gelirdi. Dünyada ne kadar varsa Türkiye’de de o kadar vardır. Hatta kapalı bir toplum olduğumuz için bazı bölgelerde daha fazla var. Bunu tartışmaya başlardık. Dersin sonunda “hayır” diye başlayan arkadaşlar da gerçekten böyle bir sorunla karşı karşıya olduklarını kabul eder ve inanırlardı. İşte sorunun olduğuna inandıktan sonra birşeyler yapılması gerekliliği boyutuna ulaşıyorsunuz. Sonuçta Açık Radyo’daki bu program dizimizle umarım çocuk yararına toplumda bilinç oluşturma adına iyi bir noktaya geliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder